Yazar: Emekli Albay Phillip Meilinger / Air Power Review, 2017
Çeviren: Atakan İskender / Muharebe Tarihi, 2020
Okumak üzere olduğunuz makale Amerikan Hava Kuvvetlerinden Emekli Albay Phillip Meilinger tarafından kaleme alınmıştır ve Emre Kazancı’nın katkılarıyla Atakan İskender tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Makalenin aslı ilk kez Air Power Review’ın 20. sayısında yayımlanmıştır. Makaledeki değerlendirmelerin tamamı yazara aittir; Muharebe Tarihi oluşumunun ve çevirmenin fikir ve görüşlerini hiçbir şekilde yansıtmaz. Okuyucunun metni anlamasına katkı sağlamak için çevirmen tarafından yazılan açıklamalara “*” işareti konmuştur ve metnin sonuna eklenmiştir.
Phillip Meilinger askeri kariyerinde komutan pilotluk, kurmay subaylık ve eğitmenlik görevlerini yürütmüştür. Birinci Körfez Savaşı sırasında Pentagon bünyesinde kurmay subay, Deniz Harp Akademisinde eğitmen ve Gelişmiş Hava Gücü Araştırmaları Fakültesinde dekanlık görevlerinde bulunmuştur. Meilinger doktora eğitimini Michigan Üniversitesinde tamamlamıştır ve ağırlıklı olarak hava gücü ve askeri teori, doktrin ve operasyonlar üzerine çalışmalar yayımlamıştır.
Basil H. Liddell Hart: Teorilerinin Modern Savaşa Uygulanabilirliği
“İki bin yıllık deneyim bize göstermektedir ki askeri akıla yeni bir fikir getirmekten daha zor olan tek şey eski bir fikri ortadan kaldırmaktadır.” [1]
Basil H. Liddell Hart Paris’te dünyaya gelmiştir, anne ve babası ise İngilizdir. Cambridge’de eğitim görmüştür ve 1914’te savaş patlak verdiğinde Yorkshire Hafif Piyade Alayı’na katılmıştır. Teğmen olarak Ypres ve Somme’da yaralanmış, Mametz’de ise gaza maruz kalarak zehirlenmiştir. 1924 yılında aldığı muharebe yaraları nedeniyle yüzbaşı rütbesindeyken terhis edilmiştir. Savaş deneyimi zihinsel ve entelektüel olarak Hart üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. [2]
Liddell Hart ordudan ayrıldıktan sonra ailesini geçindirebilmek için yazmaya başladı. Başlangıçta taktiklere yoğunlaştı ve İngiliz ordusu için doktrin talimnamesi yazdı fakat daha sonra ufkunu genişletti ve Encyclopaedia Britannica, The London Daily Telegraph ve son olarak The Times’da tarihçi ve askeri editör oldu. Görevi harikaydı: yayımlanan makalelere ve kitaplara puan veriyordu. Hart aynı zamanda 1930’larda İngiliz Savaş Bakanlığı’nın da yakın bir danışmanıydı.
Liddell Hart belki de en iyi “Dolaylı Yaklaşım” olarak ifade ettiği, özünde güçlü bir düşmana karşı ikinci bir cephe açmayı ya da stratejik bir yan harekat yapmayı esas alan savaş teorisi ile tanınmaktadır. Bu tür manevralara yaptığı vurgu, bilinçli bir şekilde, savaşta İngiliz kayıplarının riskini azaltma arzusuyla uyarlanmıştı. Liddell Hart 1. Dünya Savaşı sırasında şahit olduğu “çamurdan mezarlardan” iğrenmiş ve dehşete kapılmıştı. [3] Onun düşüncesine göre bu tür kanlı, yıpratıcı savaş son derece yanlış olan Clausewitz’e özgü düşünce yapısının bir sonucuydu. Prusyalı teorisyen savaşın bir katliam olduğunu beyan etmişti ve 1. Dünya Savaşı’nın generalleri de onu bu sözünde haklı çıkarmıştı. Clausewitz düşmanın her zaman en güçlü olduğu noktadan vurulması gerektiğine ve dökülecek kanın “zaferin bedeli” olduğuna inanmıştı. [4] Liddell Hart, Clausewitz’den “karşılıklı kitle katliamının Mehdisi” olarak bahsetmektedir ve aklını ve kalemini bunun yerine bir alternatif bulma çabasına vermiştir. [5]
Hart başlangıçta hava gücünün, özellikle de stratejik bombardımanın, savaşın geç dönemini karakterize eden, kazanan veya kaybedenin olmadığı açmaza ve kanlı cephe saldırılarına çözüm olduğu kanaatindeydi. 1923 gibi erken bir tarihte, bir sonraki savaşa eşgüdüm halindeki uçakların ve zırhlı birliklerin hakim olacağını öne sürüyordu. [6] 1925’te Paris, Or the Future of War adında ilginç bir kitap yazdı. Paris, Fransa’nın başkentini değil, İlyada Destanı’nda kudretli Aşil’i bir ok ile vurarak katleden Truva Prensi’ni betimliyordu. Diğer bir deyişle, dünyanın en büyük savaşçısı ile göğüs göğüse çarpışmaktansa, Paris dolaylı ve uzun menzilli bir saldırı yaklaşımını tercih ederek riskini sınırlamıştı. Liddell Hart, Clausewitz’in savaştaki üç genel nesneyi –askeri güç, ülkenin kendisi ve liderlerin, nüfusun ve kuvvetlerin iradesi- yazdığına inanmasına rağmen Prusya’lıyı “irade”yi ilk sıra yerine sona yerleştirmesinden dolayı eleştirmiştir. Ona göre askeri güçleri savaştaki birincil nesne olarak değerlendirmek devasa bir hataydı. [7] Bu hatanın sonucunda Hart’ın ifadesiyle ortaya “mekanik bir mezbahane” çıkmıştı. [8] Hart savaşan her iki tarafın generallerini de Prusya’lı teorisyene “kafayı takmak” ile suçladı. Somme kıyımını yaşamış bir piyade için bu bir çılgınlıktı: “Ölü bir beden içindeyse en güçlü irade çok az işe yarar.” [9] Paris’te Liddell Hart stratejik bombardımanı, kara savaşlarının toplu kıyımına ve sonsuz yıpratmaya bir alternatif olarak görmüştür. O kısmen az sayıdaki Alman zeplinlerinin ve bombardıman saldırılarının bazı büyük İngiliz şehirlerinde sebep olduğu paniğe şahit olmuştu ve bu gibi bombardıman akınlarının gelecekteki herhangi bir savaşta sıradan bir olay haline geleceğini hayal etmişti:
“Bir an için iki merkezi endüstriyel gücün savaşta olduğu düşünün, biri daha üstün bir hava gücünü elinde bulunduruyor olsun, diğeri ise daha üstün bir ordu. Darbenin yeterince hızlı ve güçlü olması şartıyla, düşmanlıkların başlamasından birkaç saat veya en geç günler sonra, hava gücü daha zayıf olan ülkenin sinir sisteminin felç olmaması için bir neden yoktur.” [10]
Hava gücü 1. Dünya Savaşı’nda yaşanan kanlı siper açmazını önleyebilirdi; düşmana karşı bir havadan kuşatma ve ikinci bir cephe olabilirdi ve savaşın maliyeti ile risklerini önemli ölçüde düşürebilirdi. Akıllıca fakat ihmal edilmiş bir gözlemle, hüzünlü bir şekilde sormaktadır: “Sonucunda kan kaybından öleceksek, mutlak bir zafer ne işe yarar?” [11]
Daha sonraki yirmi yılda Liddell Hart stratejik hava gücü modelinden uzaklaşacak ancak riski taktiksel ve stratejik olarak sınırlamak için dolaylı yaklaşımın yararlarını açımlamaya devam edecekti. [12] Taktiksel olarak hava operasyonları ile müşterek mekanize savaşın savunucusu oldu –en dikkat çeken eserlerinden biri History of the Royal Tank Corps’du-. Ayrıca, hava gücünün gökyüzünün kontrolünü sürdürme yeteneğine olan inancı güçlü kaldı: “Eğer hava gücü gökyüzünden defedilirse, savunma yapımız diğer tüm etmenlerden önce çökerdi.” [13]
Liddell Hart daha sonra, tarih boyunca doğrudan veya dolaylı yaklaşımın kullanılıp kullanılmadığına bağlı olarak harekatların ve savaşların başarılı veya başarısız olduğu örnekleri araştırdı. 1929’da bu tezlerini hazırladığı The Decisive Wars of History isimli eserini yazdı. Bu çalışmayı rafine etmeye ve güncellemeye devam etti (The British Way in Warfare, 1933) ve bu emeklerinin son noktası 1954 yılında, Strategy isimli kitabıyla göründü: “Çağlar boyunca, düşmanı hazırlıksız olduğu bir alanla yüzleştirecek bir çeşit dolaylı yaklaşım izlenmeden savaştan etkili bir sonuç elde edildiği nadiren görülmüştür. Dolaylılık genellikle fiziksel ve daima psikolojiktir.” [14] Hart tarih boyunca düzenlenen 280 harekatı incelemiş ve yalnızca altı kez zaferin düşmanın ana ordusuna karşı izlenen bir doğrudan yaklaşım sayesinde elde edildiğini belirlemiştir. [15] Maalesef, araştırmasında incelediği harekatlarda savaşın farklı seviyeleri arasındaki ayrımı sıklıkla bulandırmış, bazen büyük stratejik manevranın bir sonucu olan dolaylı yaklaşımı övmüştü –Peninsula’da Wellington, 1915’de Gelibolu; diğer zamanlarda operasyonel düzeydeydi- Thomas Jackson’ın 1862’deki Shenandoah Harekatı ve William Sherman’ın 1865’teki denize yürüyüşü; ve diğerleri taktiksel düzeydeydi – 1757’de Leuthen’de Büyük Friedrich, 1759’da Quebec’te James Wolfe ve 1805’te Austerlitz’de Napoleon. Tezlerinde kendini haklı çıkarmak için savaşın farklı seviyeleri arasında hareket etmeye istekli olması, Hart’ın analizlerini şüpheli hale getirmektedir. Tartışmasız, Liddell Hart araştırdığı harekatlarda ve savaşlarda ihtiyatlı bir şekilde seçiciydi – bazılarını vurguladı ve diğerlerini önceden kurulmuş tezine uyacak şekilde görmezden geldi.
Ancak, Liddell Hart tarafından dile getirilen dolaylı yaklaşım stratejisi, çok önemli fikirlerin özünü teşkil ediyordu. Ağır zayiatlara ya da güçten düşürücü maliyetlere katlanmaktan çekinen her ulus için Hart’ın dolaylı yaklaşımı mantıklıydı. Onun düşüncesine göre bu İngiltere tarafından yüzyıllardır takip edilen akıllıca bir stratejiydi: “Askeri çabamızı minimum düzeyde tutmak için çaba sarfetmiştik. Bu büyük stratejiyle düşmanın en zayıf alanında kullanmak üzere gücümüzü muhafaza ettik.” [16] Başka bir yerde şöyle yazıyor: “Büyük stratejinin fonksiyonu, düşman ulusun Aşil topuğunu keşfetmek ve ondan yararlanmaktır; en güçlü istihkamlarına değil, en kırılgan olduğu noktaya saldırmaktır.” [17] Strategy’e, Sun Tzu ve diğerlerinin, kendi görüşlerini yıllar önceden gösteren bir dizi alıntı ile başlaması da ilginçtir. Savaşta beklenmedik durumların önemi –bütün seviyelerde- yüzyıllardır iyi biliniyordu. Ancak elde edilen sürpriz, önderliğin temel bir prensibi olarak nitelendirilmişti. Liddell Hart basitçe bu prensibi kodlamaya, ölçmeye ve modern savaştaki önemini vurgulamaya çalıştı; özellikle İngiltere’deki sivil ve askeri liderlerin dikkatini çekmek istiyordu.
Liddell Hart, 1. Dünya Savaşı’nın kıyımından ve özellikle İngiltere’nin savaştaki rolünden büyük rahatsızlık duymuştu. Ona göre “sınırlı sorumluluk” ülkesinin büyük ölçüde deniz gücüne dayanan savaşlar vasıtasıyla mücadele etmesi gerektiği anlamına geliyordu; büyük kara güçlerinin kullanılması yalnızca kıtadaki müttefik ulusların savaş yükünün büyük kısmını yüklenmeyi kabul etmesi durumunda düşünülebilirdi. [18] İngiliz tarihi, Hart’ın sınırlı sorumluluk stratejisinin ve dolaylı yaklaşımının bilgeliğini kanıtlamıştır. O, savaştaki bir ulusun amacının, düşmanın direnme iradesini, mümkün olan en az insani ve ekonomik kayıpla bastırmak olduğunu savundu. [19] Kıtaya muazzam büyüklüklerdeki orduları göndermek nadiren iyi bir fikirdi. [20]
Liddell Hart’a göre, 1914’teki İngiliz stratejisi bu akıllı geleneksel politikayı terketti ve üç yüzyıllık tarihle çelişti – güçlü düşmanlara karşı büyük başarılarla bezenmiş bir tarih. Hart bu feci değişimin sorumlusu olarak daha sonra mareşal olacak olan Fransız komutan Ferdinand Foch’un fikirlerini benimseyen Mareşal Henry Wilson’ı gördü. Wilson kendisini – ve daha da önemlisi, İngiliz Ordusunu – Almanya ile kıtada verilen büyük bir çatışmaya bağladı: “Alışılageldik düşünce, Avrupa modasının kaliteli bir taklidi ile deforme edildi.” [21]
Bununla birlikte, bu yanlış karara rağmen, Liddell Hart İngiltere’nin ittifak dayanışması nedeniyle 1914’te Fransa’ya ordu göndermede haklı olduğu görüşündedir. Ancak bu güçler 1915’te geri çekilmeli ve Batı Cephesi’nin durgunlaştığı belli olduğu andan itibaren geleneksel İngiliz tarzına uygun olarak başka yerlerde kullanılmalıydı. Somme ve Passchendaele’deki korkunç İngiliz saldırılarının saçmalığı neredeyse suç boyutundaydı: “Kahramanca bir şeydi, ama gerekli miydi? Muhteşemdi, ama savaş mıydı? Tamamlayıcı ve ayrı bir soru ise uzun vadede müttefiklerimize bile fayda sağlayıp sağlamadığıdır. Bir jest yapmak uğruna, daha doğru bir deyişle geleceğimizin ipoteğinden, güvenliğimizden fedakarlık mı ettik?” [22] Liddell Hart, Gelibolu ve Makedonya’daki operasyonların – eğer Londra’dan daha fazla destek olsaydı – dört yıllık siper katliamından çok daha olumlu sonuçlar vereceğine inanıyordu. [23]
20. yüzyılın ilk yarısında Liddlle Hart’ın çağdaşı olan başka bir askeri tarihçi onunla aynı görüşleri paylaşıyordu. John Frederick Charles Fuller, 1. Dünya Savaşı’na İngiliz ordusunda subay olarak katılmış ve muharebeleri yoğun şekilde deneyimlemişti. Tankın erken dönem savunucularındandı ve savaş 1919’da devam etseydi, bu yeni mekanik silahın belirleyici bir etkisi olacağını öne sürmüştü. Savaştan sonra, mekanize / tank savaşının önde gelen savunucularından biri olmaya devam ederken, binbaşı rütbesine yükseldi. Aynı zamanda, Liddell Hart gibi, onlarca kitap ve olağanüstü kalitede makaleyi seri halde yayımlayan müthiş bir yazar oldu. [24] Bu kitaplardan birinde, “Watchwords” başlıklı bir dizi makalesinde Liddle Hart’ın görüşlerine çok benzeyen fikirlerini açıkladı.
Fuller, Britanya’nın iki yüzyıldır eşsiz kabiliyeti olan denizlere hükmetme inisiyatifine sahip olduğuna dikkat çekti. 2. Dünya Savaşı sırasında Fuller, Adolf Hitler’in “deniz gücünün özünü kavrayamadığını”, yani “bir ada gücünün, denizlere hükmettiği sürece, kaybedebileceği kara savaşlarının sayısına rağmen asla tam olarak inisiyatifinden mahrum edilemeyeceğini anlamadığını” yazmıştı. Stratejik açıdan bu hayati bir avantaj sağladı çünkü deniz hakimiyeti o yıllarda henüz uyuyan bir volkan olsa da, onu uyandırmak için gereken tek şey düşmana darbe indirecek mesafede bir köprübaşı kurmaktı. [25] Deniz hakimiyetinin önemi konusunda “bir kıta gücünün, başarılı bir işgal girişimi dışında bir ada gücünün inisiyatifini tamamen elinden alamayacağını” belirterek devam etti. [26] Ancak elbette, İngiliz deniz hakimiyeti bir düşman istilasını neredeyse imkansız hale getirecekti. Fuller’ın gördüğü gibi “ikinci cephe stratejisi” İngiliz tarihinde yeni bir konu değildi, çünkü geçmişte çok sık deneyimlenmişti. Bunun amacı açıktı: “Bizim görevimiz harekata katılmak değil, ikincil bir operasyon ile düşmanın güçlerini iki yöne ayırmaya zorlayarak saptırmak ve dikkatini dağıtmaktı”. [27] Daha da önemlisi, böyle bir strateji izleyen ülkenin risk ve giderleri sınırlanacaktır. Ayrıca Fuller açık bir şekilde “dolaylı bir yaklaşımın”, “sınırlı sorumluluk” ile eş anlamlı olduğuna da inanıyordu. Daha sonra Fuller, denizlerin üzerindeki havanın kontrolünün önemli hale geldiğini belirtti. Hava gücünün benzersiz yetenekleri ve özellikleri, kendisinden önceki deniz gücü gibi, savaş sırasında sahibinin inisiyatifi ele almasını sağlayacağı anlamına geliyordu.
Öte yandan Sun Tzu’ya göre, aldatıcılık ve sürpriz başarının anahtarlarıydı; tahkimatların arkasındaki güçlü bir düşmana saldırmak neredeyse hiç iyi bir seçenek değildi. Düşmanın gücüne – sahada konuşlandırılmış ordusuna – saldırmak yerine Sun Tzu, onun zayıflıklarına vurulması gerektiğini savundu: “Düşman nerede savaşacağımı bilmemelidir. Çünkü nerede savaşacağımı bilmiyorsa, pek çok farklı noktada hazırlık yapması gerekir. Ve bir çok yerde hazırlanırsa, savaşmak istediğim noktada daha az güç olacaktır.” [31] Bu anlamda Sun Tzu’ya sıklıkla Clausewitz karşıtı denir. [32] İnsan gücünü ya da maddi kaynakları harcamak asla bir generalin stratejisi olmamalıdır. Liddell Hart ve Fuller, Sun Tzu’nun fikirlerinin kesinlikle farkındaydı – İngilizce’ye ilk tercümesi 1910’da yapılmıştı – ancak Çinli stratejist Batı’da 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar yaygın olarak tanınmadı. Bu noktada, Sun Tzu’nun öğrencisi olduğunu iddia eden Mao Zedong’un devrimci teorileri, bu antik metnin yeniden incelenmesine neden oldu. Bir yazar, Liddell Hart’ınkine benzer bir yöntemle, Sun Tzu’nun bir düşmana beklenmedik ve dolaylı olarak saldırma stratejisi izlendiğinde genellikle başarılı olunurken, doğrudan düşman gücüne saldırmayı esas alan Clausewitz modelini izlemenin genellikle başarısız olduğu –üstelik ağır bir bedelle- sonucuna ulaşmıştır. [33]
ABD, İngiltere ve diğer ülkeler on beş yıldır Irak ve Afganistan’daki yıpratıcı savaşta mücadele etmekteler. El Kaide’yi, Taliban’ı, Irak güçlerini ve şimdi IŞİD’i yenmek için kullanılan strateji, büyük ölçüde doğrudan bir yaklaşıma dayanıyordu- toprakları işgal eden ve düşmanla nihai ve kanlı bir savaşa girmeye çalışan on binlerce geleneksel kara birliği. Bu strateji pek işe yaramadı. Liddell Hart’ın fikirlerini yeniden gözden geçirmenin zamanı geldi.
11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından ABD, El Kaide’nin sığınağı olan Afganistan’a saldırarak hızlı ve güçlü bir şekilde karşılık verdi. Başlangıçta, saldırılar kara ve deniz temelli hava gücü tarafından yürütülürken, konvansiyonel kara kuvvetleri okyanus üzerinden yavaş bir şekilde konuşlandırılmaya başlandı. Genellikle özel harekat kuvvetleri tarafından yönlendirilen hava gücü ile istihbarat varlıkları ve yerli kara kuvvetlerinin kombinasyonu Taliban ve El Kaide’yi geriletti. 9 Kasım 2001’de Kuzey İttifakı* Mezar-ı Şerif’i ve üç gün sonra başkent Kabil’i ele geçirdi. Kabil’in düşüşünden 12 gün sonra, ABD’nin ilk konvansiyonel kara kuvvetleri Afganistan’a geldi.
Irak’taki durum, Saddam Hüseyin’in 1991’deki teslimiyetinden bu yana büyük ölçüde istikrarlıydı. On yıl süren hava ablukası onu kontrol altında tutmada başarılı oldu. Yaklaşık 200,000 sorti yapılmasına rağmen hiçbir uçak düşmedi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Anthony Zinni bu başarıyı övdü: “Önleme ve çevreleme işe yaradı. Saddam’a bakın, nesi kaldı? Bölgede kimseyi tehdit etmedi. Çevrelendi. Bozulmuş bir ordusu vardı. Bölge için bir tehdit değildi… Her gün Pentagon’da işe gidenden daha az sayıda asker (havacı) ile bu hava ablukasını yürüttük. ” [34] Zinni, işgale karşı çıkan bir kaç kıdemli subaydan biriydi.
2003 yılında Irak’a yapılan saldırı, kitle imha silahlarını bulup yok etmenin yanı sıra Irak’ta bulunan El Kaide militanlarını da ortadan kaldırmayı amaçladı. Buna ek olarak, George W. Bush yönetimi, Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılmasıyla Irak’ın demokrasiye dönüştürülebileceğini umuyordu. Bu her ne kadar değerli bir hedef olsa da başarılması zordu. [35]
Daha sonra birkaç yıl içinde Afganistan ve Irak’ta işler kötüye gitmeye başladı. Irak ordusunu ve polis güçlerini dağıtmak için siyasi kararlar alındı ve tüm Baas Partisi üyelerinin kamu görevlerine gelmesi yasaklandı. İsyan ve yağma patlak verdiğinde, ABD birliklerine bir kenara çekilmesi emredildi. On binlerce kara birliği Irak’ı işgal etmeye ve kalkışmaları yatıştırmaya çalıştı, ancak bu sadece halkın daha fazla öfkelenmesine zemin hazırladı. Küçük düşürücü Ebu Gureyb** skandalı ABD’nin güvenilirliğine büyük bir darbe vurdu. [36] Başkan Obama Afganistan’a 34.000 muharebe askeri gönderdi, ancak Irak’ta olduğu gibi buradaki durum da kötüleşti.
2006 yılının ortalarında Irak’ın kaos içinde olduğu ve Amerikan stratejisinin başarısız olduğu açıktı. [37] Durumu tekrar yoluna koymak için yeni bir plan gerekiyordu. General David H. Petraeus işleri düzeltmek üzere görevlendirildi. Petraeus isyanların neden başladığı, sürdüğü ve daha da önemlisi nasıl sonlandırılabileceğiyle ilgili zekice bulunan bir doktrin yayınlamıştı. Irak’a bazı ek askerler gönderildi ancak sayılardan daha önemli olan stratejik ve taktiksel hamlelerdi: daha fazla Irak polisi eklendi ve savaş ağalarına “işbirliği için nakit” olarak tabir edilen ödemeler yapıldı. [38] Amerikan birlikleri köylerdeki halkın arasına karışmak için üslerinden çıktılar. Koşullar gelişti. Daha az Amerikan öldü ve Iraklı vatandaşlara saldırılar azaldı. Yine de, sahadaki bir general yeni kontgerilla taktiğini şöyle yorumladı: “Zafer değildi ama kaosa da düşmedik… Zafer umudu çoktandır bitmişti. Günü kurtarmak genel bir olay haline gelmişti.” [39] “Vietnamlaşma” ortaya çıktı – savaş Amerikalılar geri çekildikçe gittikçe artacak şekilde Iraklılara devredildi.
On binlerce işgal birliğinin kızgınlığı arttırdığı Afganistan’da işler biraz daha iyiydi. Petraeus 2009’da Irak’taki “başarısını” tekrarlamak için Afganistan’a gitti. Ancak Afganistan’da kabile kimlikleri ve çatışmalar daha da kötüydü. [40] Dahası, Washington ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı; El Kaide, Taliban ve Pakistan istihbarat bürokrasisi arasındaki güçlü bağlantıyı anlamıyor gibiydi. Pakistan hükümetinin tutumu göz önüne alındığında, sınırın kapatılması (isyancıları izole etmek için kilit bir hedef) nafileydi. [41]
Binlerce Amerikan ve müttefik askeri ile yüz binlerce Irak ve Afgan sivili birlikte öldü. Trilyonlarca dolar harcandı ve durum kötüleşmeye devam ediyor. Her iki ülkede de demokrasi ulaşılamaz gibi görünüyor ve çeşitli gruplar arasındaki kronik savaş hız kesmeden devam ediyor. Yeni fikirlere ihtiyaç duyuluyor.
Havadan yollanan hassas silahların ortaya çıkması, ayrı bir kuvvet uygulamasına izin verir. Askeri operasyonlar artık sivillere verilen zayiatı ve istenmeyen hasarı en aza indirmeyi planlıyor. Kuvvetlerimiz için riskten kaçınmak, insansız hava araçlarının kullanımının artmasında da bir faktördür. Havacılarımızın IŞİD tarafından ele geçirilmesine, işkence edilmesine ve öldürülmesine izin veremeyiz.
Hassas silahların yanı sıra, ağ bağlantılı operasyonlar ve neredeyse anlık küresel iletişim ve istihbarat da ABD ve müttefiklerinin mücadele etme biçiminde devrim yarattı. Planlamacılar, politik başarıya en az can ve maddi kayıpla ulaşma şansını en üst düzeye çıkaran stratejilere odaklanmalıdır. Komutanlar en az risk ve maliyetle avantaj sağlayacak güçler, stratejiler, taktikler ve silahlar aramalıdır. Bu noktada dolaylı yaklaşım, sorumluluğu sınırlamada bir yol sunuyor gibi görünüyor: Basil Liddell Hart’ın fikirleri bir kez daha önem taşıyor.
Örneğin Afganistan’da özel harekat kuvvetleri ile birlikte hareket eden Kuzey İttifakı (her yerde bulunan istihbarat, gözlem ve takip varlıkları ve Koalisyon hava gücü tarafından desteklenen) hızlı ve çarpıcı bir zafer elde etmiştir. Dahası, Taliban her zaman Kuzey İttifakı’ndan sayıca fazladır – örneğin Mezar-ı Şerif’te savunma pozisyonlarındaki 5.000 Taliban militanına karşı 2.000 Kuzey İttifakı askeri karşı karşıya gelmiştir. [42] Ancak Kuzey İttifakı’nın arkasında, özel harekat kuvvetleri tarafından yönlendirilen hava gücü vardır.
2003 yılında Irak Savaşı’nın açılış aşamalarını da düşünün. Kuzey’de Türkiye’den gelecek bir saldırıyı –Türk itirazları nedeniyle hiçbir zaman meydana gelmemiştir- savunmak için 13 tümen konuşlandırılmıştı. Bunun yerine, 600 özel harekat askeri ile birlikte Kürtler ve ağır ekipmanları Türkiye’de bırakılarak Başkurt’a havadan indirilen 173. Hava İndirme Tugayı saldırıyı üstlendi. 30 Mart 2003’te Irak 4. Tümeni imha edildi, ardından 21. Tümen yok edildi; 81. ve 38. Tümen 2 Nisan’da düştü. 5. Irak Kolordusunun teslim olmasıyla Kuzey cephesinin tamamı 10 Nisan’da düştü ve Kerkük Koalisyon birliklerine geçti. Bir gözlemcinin sözleriyle:
“Kısacası, savaş öncesi tüm beklentilere rağmen, Kuzey Irak’taki özel harekat birliklerinin operasyonları fevkalade başarılıydı. Çok sayıda lojistik ve politik engele rağmen, vasıfsız yerli müttefikler ve oldukça kısıtlı hava gücü ile desteklenen küçük bir özel harekat kuvveti grubu Irak ordusunun önemli bir bölümünü yendi. Dahası, bunu tek bir Amerikan kaybı olmadan yaptı.” [43]
Tek bir Amerikan ölümü olmadan. Yerli birlikler böylesi operasyonlar için zaruriydi – tıpkı Balkanlar’da Kosovalıların NATO hava gücünden yararlanması gibi. Önemli olan, bu yerli güçlerin düşmanlıkların başlamasından hemen önce yüksek kalitede olduğunun düşünülmemesiydi. Örneğin Kosovalılar ve Kuzey İttifakı miktar, kalite, eğitim ve silah bakımından yetersizdi – daha önce Sırplarla veya Taliban’la savaşmakta başarısız olduklarını kanıtlamışlardı. Yine de, özel harekat kuvvetleri ve hava gücü ile güçlendirildiğinde ve yaygın istihbarat varlıkları tarafından yönlendirildiklerinde başarılı oldular. Libya’da, 2011 yılında, uzun süredir devam eden Muammer Kaddafi rejimi, hava gücü ve muhalif kuvvetlerin işbirliği ile yıkıldı – bu süreçte NATO’nun kaybı sıfırdı. [44]
ABD ve İngiltere’nin hayati çıkarları nadiren tehlikededir; bunun yerine, sorunlu bölgelere barış getirmek amacıyla saldırganları cezalandırmak veya özellikle insanlık dışı diktatörleri devirmek için müdahale ediyorlar. Bu noktada başarıya ulaşmak için, kamu desteğinin korunması gerekir ancak bu desteği kaybetmenin en kesin yollarından biri yüksek kayıplara maruz kalmak veya daha da kötüsü, yardım etmeye çalıştığımız toplumlara bu zararı yansıtmaktır. Çok sayıda konvansiyonel kara birliğinin operasyon bölgelerine nakledilmesi maliyet ve zayiatı sınırlama hedefini engellemektedir.
Liddell Hart’ın ileri sürdüğü gibi, siyasi sonuçlar sadece başarılı olmakla kalmayıp aynı zamanda da maliyeti sınırlayan dolaylı bir yaklaşımla elde edilebilir – bu sınırlı bir sorumluluk sağlar. Ortadoğu’da oldukça yerel olan dini, kültürel ve etnik farklılıklar, belki de askeri gücün doğru kullanımı ile köprülenebilir. Kendine has zeki gözlemlerinden birinde Liddell Hart şöyle yazmıştır: “Çok sayıda noktayı, en kısa sürede, en geniş alanda ve bugün bildiğimiz taktiksel bağlamda hiçbir temas kurmadan yalnızca ateşle vurmak.” [45] Onun teorilerinin özü budur.
Ancak bu tür sonuçlara ulaşmak için doğru dengeyi ve formülü bulmak çok hassas ve becerikli bir strateji gerektirir. Hava gücünün, özel harekat kuvvetlerinin, yerli güçlerin ve istihbarat, takip ve keşif vasıtalarının kombinasyonu kazanan taraf gibi görünüyor.
Açıklamalar
* Kuzey İttifakı veya diğer adıyla Afganistan Birleşik İslami Kurtuluş Cephesi, 1996-2001 yılları arasında Afganistan’da Taliban rejimine karşı savaşan silahlı örgüttü. Cephe başta Cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani ile eski Savunma Bakanı Ahmed Şah Mesud gibi kilit liderlerin önderliğinde toplanmıştır. Aralık 2001’de ABD öncülüğündeki koalisyon Taliban’ı ülkenin kontrolünden uzaklaştırdıktan sonra Kuzey İttifakı dağıldı.
** Irak Savaşı’nın erken aşamalarında Birleşik Devletler Ordusu ve Merkezi İstihbarat Teşkilatı personeli Ebu Gureyb hapishanesindeki mahkumlara karşı fiziksel ve cinsel taciz, dayak ve tecavüz gibi bir dizi insan hakları ihlalinde bulunmuştur. 2004 yılında hapishanede çekilen fotoğrafların CBS News tarafından yayımlanmasıyla kamuoyu skandaldan haberdar olmuştur.
Notlar
- Basil H. Liddell Hart, Thoughts on War (London: Faber & Faber, 1944), 115.
- The events of his life are recounted in Basil H. Liddell Hart, The Liddell Hart Memoirs, 2 vols. (NY: G.P. Putnam’s Sons, 1965).
- Liddell Hart, Thoughts on War, 189.
- Basil H. Liddell Hart, The British Way in Warfare (NY: Macmillan, 1933), 100.
- Ne yazık ki, Clausewitz’in savaşın kanlılığı hakkındaki zalimce teorileri hala bizimle. Victor Davis Hanson Carnage and Culture isimli kitabında (NY: Doubleday, 2001) Batı’nın savaşma biçiminin her zaman bir katliam olduğunu savunuyor: Batılı kişisel şeref kavramları nedeniyle ortaya çıkan yıpratıcı ve kanlı sülükler. Liddell Hart’ın Clausewitz’in deliliği olarak gördükleri hakkındaki görüşleri ve alıntı için bknz. The Ghost of Napoleon (London: Faber & Faber, 1933), 120.
- Liddell Hart, Memoirs, I, 138.
- Basil H. Liddell Hart, Paris, or the Future of War (London: Kegan Paul, Trench, Tubner, 1925), 11.
- Liddell Hart, Memoirs, I, 140.
- Basil H. Liddell Hart, The Way to Win Wars (London: Faber & Faber, 1942), 14.
- Liddell Hart, Paris, 40–41.
- Ibid, 20.
- Liddell Hart, hassasiyetlerini rahatsız eden stratejik bombalamanın isabetsizliğine razı olmamıştı – fakat topçu atışlarının, kuşatmaların ve ablukaların ayrım gözetmeyen doğasına karşı bir çekincesi yok gibi görünmektedir.
- Basil H. Liddell Hart, Dynamic Defence (London: Faber & Faber, 1940), 45. Bu, ifadenin doğruluğunu kanıtlayan İngiltere Hava Muharebesi’nden kısa bir süre önce yazılmıştır.
- Basil H. Liddell Hart, Strategy (NY: Praeger, 1954), 25.
- Ibid, 161.
- Liddell Hart, Dynamic Defence, 44.
- Liddell Hart Thoughts on War, 152.
- Basil H. Liddell Hart, The Defence of Britain (London: Faber & Faber, 1939), 44–50.
- Liddell Hart, Thoughts on War, 42.
- Liddell Hart, Marlborough ve Wellington’un parlaklığını takdir etti, ancak böyle bir dahinin nadir olduğunu düşündü.
- Liddell Hart, Memoirs, I, 282–83; Basil H. Liddell Hart, The British Way in Warfare (NY: Macmillan, 1933), 7.
- Liddell Hart, British Way in Warfare, 15.
- Basil H. Liddell Hart, A History of the World War (Boston: Little, Brown, 1935), 183.
- Fuller’ın mükemmel biyografileri ve askeri düşünce üzerindeki etkisi için bkz. Brian Holden Reid, J.F.C. Fuller: Military Thinker (NY: St. Martin’s, 1967); and Anthony John Trythall, “Boney” Fuller: Soldier, Strategist, and Writer, 1878–1966 (New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1977).
- Maj Gen J.F.C. Fuller, Watchwords (London: Skeffington & Son, 1944), 84–85.
- Ibid, 119.
- Ibid, 119.
- Sun Tzu, The Art of War (trans. and ed. by Samuel B. Griffith) (NY: Oxford University Press, 1963), 66–67. Bu baskının Önsözü Liddell Hart tarafından yazılmıştır.
- Ibid, 77.
- Ibid, 77.
- Sun Tzu, The Art of War, 98.
- Michael I. Handel, Masters of War: Classical Strategic Thought (London: Frank Cass, 2nd ed., 1996). Sun Tzu’yu genel bir Çin bağlamına oturtmak için en iyi kaynak olarak bknz. William H. Mott IV and Jae Chang Kim, The Philosophy of Chinese Military Culture: Shih vs. Li (NY: Palgrave Macmillan, 2006).
- Bevin Alexander, Sun Tzu at Gettysburg (NY: Norton, 2011).
- Thomas E. Ricks, Fiasco: The American Military Adventure in Iraq (NY: Penguin, 2006), 22.
- Bu aptalca bir görüş değildi: Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra eski eyaletlerin bazıları bağımsız hale geldi ve demokratik hükümetler kurdu. Buna ek olarak, Japonya, uzun tarihinde demokratik bir gelenek olmamasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bariz bir demokrasi haline geldi.
- Ricks, Fiasco, 150–67, 197–200.
- Thomas E. Ricks, The Gamble: General David Petraeus and the American Military Adventure in Iraq, 2006–2008 (NY: Penguin, 2009), 36.
- Ricks, Gamble, 202–09. Tahmin edilebileceği gibi, bu, bazıları tarafından Amerikan birliklerini öldüren isyancıların ödüllendirilmesi olarak görülen oldukça tartışmalı bir programdı.
- Lt Gen Daniel P. Bolger, Why We Lost: A General’s Inside Account of the Iraq and Afghanistan Wars (Boston: Houghton Mifflin, 2014), 255, 257.
- Ibid, Chapter 13.
- Carlotta Gall, The Wrong Enemy: American in Afghanistan, 2001–2014 (Boston: Houghton, Mifflin, Harcourt, 2014). Usame bin Ladin’in yıllarca Pakistan’da rahatça ikamet ettiğini hatırlayın, açıkça, hükümetin tüm bilgisi dahilinde.
- Richard B. Andres, Craig Wills and Thomas E. Griffith, Jr., “Winning with Allies: The Strategic Value of the Afghan Model,” International Security, 30 (Winter 2005/06), 139.
- Richard Andres, “The Afghan Model in Northern Iraq,” Journal of Strategic Studies, 29 (June 2006), 412.
- Karl Mueller argues this view strongly in Chapter 13 of his important study: Karl P. Mueller (ed.) Precision and Purpose: Airpower in the Libyan Civil War (Santa Monica, CA: RAND Corp., 2015).
- Liddell Hart, Thoughts on War, 277.