Giriş
Bu uçak krizi yüzünden zaten gergin olan Nato–Varşova Paktı ilişkileri, neredeyse sıcak bir çatışmaya dönecek kadar gerilmiş ve Türkiye en başta olmak üzere, Varşova Paktı tarafından nükleer tehdite uğrayan ülkeler olmuştur.
Sitede yazdığım ilk yazıda da belirttiğim gibi, özellikle genç insanların bu krizi tam anlamıyla anlamaları için, 1960 yılında yaşanan bu olayı, o yılın askeri, siyasi, kültürel, sosyolojik ve teknolojik şartlarına göre değerlendirmeleri, konuyu tam anlamı ile anlamalarına yardımcı olacaktır. Günümüz gençleri; cep telefonu, internet, google, e-mail, laptop gibi kavramların olmadığı zamanları hiç görmedikleri için, 2017 yılı şartları ile U-2 krizini okudukları zaman bu olayı çok komik bulmaktadırlar.
Krizin Arkaplanı
U-2 krizi, ABD yöneticilerinin Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında ABD’nin atom bombası tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. ABD’nin kesin bir zaferle bitiremediği Kore Savaşı önemli bir endişe kaynağı olmuş; SSCB’nin kendi nükleer silahlarını ve atom bombası taşıyabilen uzun menzilli ağır bombardıman uçaklarını geliştirmedeki başarısı, NATO üyesi ülkelerin güvensizliğini daha da artırmıştır. ABD, tarihinde ilk kez, ülke topraklarının kıta dışı bir devletin vurucu gücü içine girdiğine şahit olmuştur. Ayrıca, o tarihlerde hava üstünlüğünün kesin olarak SSCB’nin elinde olduğunu da bu noktada belirtmek gerekir. Soğuk Savaşın yaşandığı 1950’li yıllara askeri teknoloji açısından hep beraber bir bakalım… Keşif uydusu diye bir şey yok, ortam dinleme teknolojisi yok, insanoğlu henüz aya ayak bile basmamış, dijital veri işleme teknolojisi yok, mobil iletişim denince akla sadece telsiz geliyor. Bu şartlar altında asla güvenmediğiniz, sizi ve müttefiklerinizi sürekli olarak nükleer saldırı ile tehdit eden bir demir perde ülkesinin derinliklerinden nasıl istihbarat toplayacaksınız ? Bunun sadece iki yolu var. Keşif uçakları ve ajanlar… Yani işiniz bu kadar zor. Keşif uçakları da ancak merak ettiğiniz binaların ve tesislerin yukarıdan fotoğrafını çekebilir o kadar. Binanın içinde ne olduğunu ancak tahmin edebilirsiniz. Eliniz kolunuz işte bu kadar bağlı…
U-2 Uçağının Geliştirilme Süreci ve Nitelikleri
Bu şartlar altında CIA, Amerikan Lockheed şirketine hiçbir önleme uçağı, hiçbir avcı uçağı ve hiçbir karadan havaya füze ile vurulamayacak kadar yüksekten ve hızlı uçan ve üzerinde o zamana göre çok gelişmiş fotoğraf makinaları olan bir keşif uçağı tasarlamasını ve üretmesini söyledi. Bu, normalde hem o zamanın hem de günümüzün teamüllerine çok aykırı bir uygulamaydı. Çünkü CIA’in bütün uçak üreticisi şirketler arasında bir ihale ve yarışma düzenlemesi ve kazanan firmadan satın alma yapması gerekiyordu. Ama o yıllarda bu tip bir uçağı tasarlayabilecek tek bir kişi vardı. Soğuk Savaşın efsane askeri uçak tasarımcısı Clarence “Kelly” Johnson… Normal ihale ve yarışma usüllerinin uygulanmamasının bir sebebi de, düşmandan bu kadar gizli kalması gereken bir projenin, ulu orta bir ihale ile yapılarak insanların önünde gerçekleştirilmek istenmemesiydi.

Kelly, kendinden ne istendiğini çok iyi anlamıştı. Hemen işe koyuldu ve U-2 ilk uçuşunu 1 Ağustos 1955 tarihinde gerçekleştirdi. U-2 görülen eksiklikler giderildikten hemen sonra, 1957 yılında resmi olarak taktik keşif filolarında uçmaya başladı. Uçak 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30.000 metre yükseklikte motorunu kapatıp yaklaşık 480 km süzülebilmekte ve yakıt almaksızın yedi buçuk saat / yaklaşık 4800 kilometre uçabilmekteydi. O tarihte SSCB’nin U-2’yi önlemesine imkan yoktu. U-2 projesi 1960 yılına kadar, o kadar başarılı olmuştu ki, Amerikalılar bile şaşırmıştı. Çünkü SSCB’nin askeri birimleri bu uçağı radarlarında tespit ve teşhis edebiliyorlardı ama hiçbir şekilde vuramıyorlardı çünkü ordunun elinde bu kadar yüksekten, çok yüksek hızlarda uçan bir uçağı vurabilecek kapasitede bir silah sistemi bulunmuyordu.

Uçuşların pilotlar açısından en zor tarafı giyilen özel teçhizattı. Astronotların kullandığına benzer bu teçhizatın içinde acil durumlarda kullanılacak 14 dilde yazılmış bilgiler buluyordu. Cümlenin başlangıcında “Ben bir Amerikan pilotuyum. Dilinizi bilmiyorum. Lütfen bana yardım edin” yazıyordu. Ayrıca pilotların yanlarında 7500 Sovyet Rublesi, tabanca, bıçak ve preslenmiş yiyecekler bulunuyordu.

U-2 Uçağının SSCB Hava Sahasında Düşürülmesi
Bu arada SSCB de boş durmamıştı. U-2 uçağını vurabilecek bir önleme uçağının tasarım ve üretiminin çok uzun zaman alacağını anlayan SSCB yetkilileri, U-2 uçağını vurabilmek için karadan havaya atılan bir füze sistemi geliştirmeye ağırlık verdiler ve 1960 yılında nihayet bu füzeyi ürettiler. Fakat bu füzeden elbette NATO’nun haberi yoktu. Üretilen bu yeni füzenin ismi S-75 Dvina idi ( NATO kod adı SA-2’dir).

Olay günü U-2 uçağı, Adana İncirlik Üssü’nden havalanmış, Karadeniz üzerinden SSCB hava sahasına girmiş, Norveç’e doğru uçuyordu. Pilot Francis Gary Powers’ın uçuşundan bir süre önce SSCB zaten kendi hava sahalarında başka U-2 uçuşları yapıldığını tespit etmişti ama o zamanlar bu uçağı vuran S-75 Dvina tipi füzeler henüz geliştirme aşamasında olduğundan sadece izlemekle yetinmişlerdi. Powers’ın komutasındaki U-2’nin Sverdlovsk (şimdiki Yekaterinburg) üzerinde düşürülmesi doğrudan doğruya bir füzenin isabetiyle değil, daha ziyade patlamaların yarattığı blast etkisinin (şok dalgalarının) sonucuydu. U-2’ye toplam 14 SA-2 füzesi atılmıştı. Parçalanan uçakta doğrudan bir isabetin en ufak bir kanıtı yoktu ve herhangi bir füzenin parçası da bulunamamıştı. Hatta ilan edilmeyen trajik gerçek de şudur: Powers’ın uçağına atılan 14 füzeden biri, U-2’yi izlemek üzere havalanmış Mig-19 tipi önleme uçağına isabet etmiş ve bu uçağı düşürmüştü.

Powers bir anda kokpitin etrafında patlamalar duymuştu. Uçak sanki kontrolü dışında ileri doğru fırlamıştı. O an uçağın vurulduğunu anlamıştı. Kendi cümlelerine bir bakalım:
“Sol elim gaz kolu üzerindeydi. Sağ elimle kumandaları kontrol ettim. Bir sorun gözükmüyordu. Uçağım uçuyordu. Sağa ve sola baktım. Kanatlarda bir sorun yoktu. Kısa bir süre geçti. Uçağın burnu aşağıya doğru gidiyordu. Lövyeyi gayri ihtiyari kendime doğru çektim. Ancak uçak burun yukarı kumanda almıyordu. Acaba kumanda telleri mi koptu diye düşünürken kokpit aynasına gözüm gitti. Kuyruğum kopmuştu !”
Kalkıştan 9 saat sonra uçağın Norveç’e inmesi gerekiyordu. 9 saatin sonrasında radarda hiçbir iz yoktu. Bir süre sonra Pentagon’a haber verildi. ABD basını bir kaç gün sonra “Rusya üzerinde meteoroloji uçağı kayboldu, alınan son bilgiye göre uçağın oksijen sisteminde sorun yaşanıyordu” diye haber yapacaktı.
U-2 Uçağının Düşürülmesi Sonrası Yaşananlar
Düşürülen U-2 uçağının pilotu olan Powers hemen KGB tarafından sorguya alındı. Israrla askeri pilot olmadığını, meteorolojik araştırmalar için uçtuğunu söylüyordu. Bu sırada SSCB’nin askeri birimleri düşürülen uçağın enkazını dikkatle inceliyordu. Kısa süre sonra aracın bir casus uçağı olduğu anlaşılacak ve enkazı Moskova’ya götürülerek, halkın ziyaretine açılacaktı.


Powers’ın sorgulamasının ardından 1960 yılının Haziran ayında mahkeme başladı. Yaklaşık iki ay süren mahkemenin ardından 17 Ağustos 1960’ta karar açıklandı. Powers, casuslukla suçlandı ve 10 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Artık kalan günlerini Moskova’nın yaklaşık 180 kilometre batısındaki Vladimir Merkez Hapishanesi’nde geçirecekti.
Hapishane günleri Powers için zorlu geçiyordu ama o umudunu yitirmemişti. Soğuk Savaş boyunca her iki ülke de casus avındaydı. Zaman zaman ABD, zaman zaman da SSCB ülkelerinde yakaladıkları casusları yargılıyor ve hapse atıyordu. Aradan geçen iki yıllık zamandan sonra iki tarafın istihbarat uzmanları bir araya geldi. Casus takası yapılacaktı. Piyango, 10 Şubat 1962 tarihinde Powers’a vurdu. Powers, ABD’nin yakaladığı ve KGB’de çalışan Albay Vilyam Fisher ile takas edilecekti. Bu takasta SSCB ayrıca o zaman öğrenci olan Frederic Pryor’u da iade edecekti. Değiş-tokuş, Berlin’de Casuslar Köprüsü’nde gerçekleşti. Powers hemen ABD’ye gönderildi.
Washington’a geldiğinde Powers hemen mahkemeye çıkartıldı. Burada yargılanırken en çok sorulan soru “neden intihar hapı kullanmadığı ve SSCB’ye neler anlattığı” oldu. Ayrıca uçağındaki kamera imha sistemini neden çalıştırmadığı soruldu. Powers büyük bir kamuoyu desteği alarak döneceğini düşünürken neredeyse “vatan haini” ilan edilmişti.
U-2 Uçağının Düşürülmesinin Uluslararası Boyuttaki Etkileri
Dünya, U-2 olayını, 3 Mayıs 1960’ta Nikita Kruşçev’in SSCB hava sahasında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD, bu uçağın casus uçak olmadığını, atmosferi inceleyen bir meteoroloji uçağı olduğunu açıkladı. Bu noktaya kadar Sovyetler Birliği U-2 uçağının pilotunun sağ olduğunu gizli tutuyordu. SSCB doğru bir hamle yaparak ABD’nin yalanlamasını bekledi ve ABD’nin gerçek dışı açıklamasından hemen sonra pilotun sağ olduğu ve uçağın niteliği hakkında bilgi verildi. ABD politik olarak çok zor duruma düşerek, uçağın gelişmiş bir casus uçağı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Kruşçev, 5 Mayıs 1960’ta verdiği ikinci demeçte, ABD ve SSCB arasında iyi niyet zirve toplantısı yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği’ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin söz konusu zirve toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş, NATO’ya diplomatik sınırları aşan ve hatta savaş ilan edilirken bile kullanılamayacak kadar sert ifadeler içeren bir nota çekmiş, ayrıca Türkiye’yi, İngiltere’yi, Japonya’yı ve Norveç’i bu notadan bağımsız olarak ayrıca tehdit etmiştir. Kısaca şunları söylemiştir: “Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere çok net olarak söylüyorum. Bu hareketiniz, SSCB’nin güvenliğini ve egemenliğini tehdit anlamına gelmektedir.Bunun tekrarı durumunda, U-2 uçaklarının Türkiye, Japonya, Kıbrıs, İngiltere ve Norveç’ten kalktığı hava meydanları ikinci bir uyarı yapılmaksızın bombalanacaktır.” Burada Türkiye için çok önemli bir nokta vardı. SSCB’ye (Varşova Paktı üyesi ülkelere değil) doğrudan karadan sınır komşusu olan sadece iki tane NATO üyesi ülke vardı: Türkiye ve Norveç. O yüzden bu uçuşlar genellikle Türkiye ve Norveç’te bulunan askeri üsler üzerinden yapılıyordu. Güney Kıbrıs, Japonya ve Pakistan’dan da yapılan uçuşlar vardı ama ağırlık Türkiye ve Norveç’te bulunan üslerden gerçekleştiriliyordu. NATO ile Sovyetler birliği arasında daha da fazla gerginlik olmaması için, uçak düşürüldükten sonra ABD’li yetkililer uçağın Türkiye’den değil, NATO üyesi olmayan Pakistan’dan havalandığını iddia etmişlerdir. Bu olaylar üzerine Türk hükümetince yapılan tek açıklamada, uçağın Peşaver’den Norveç’e uçtuğunun öğrenilmiş olduğuna göre, Türkiye’nin bu olaydan sorumlu tutulamayacağı söylenmiştir.
U-2 krizinin en önemli sonucu, NATO üyesi ülkelerin, ABD’nin gerçek yüzünü görmesidir. ABD, NATO konseyinden izin almadan, hatta NATO konseyine bilgi bile vermeden, üye ülkelerin askeri meydanları üzerinden yaptığı bu uçuşlar ile, NATO üyesi ülkelerin güvenliğini hiçe saydığını göstermiştir. Bunun sonucunda Fransa, bir anlamda ABD’nin aslında ne mal oduğunu görmüş, güvenemeyeceğini anlamış ve kendi milli nükleer programını uygulamaya başlamıştır. Bu uçuşlar neticesinde NATO, SSCB’nin askeri ve nükleer kapasitesinin aslında sanılandan çok daha fazla olduğunu anlamıştı. Bunun sonuçlarından sadece bir tanesi, Türkiye, Batı Almanya ve Norveç’e yerleştirilen Jüpiter Füzelerinin sayısının artırılması olmuştur. SSCB’nin bu harekete cevabı ise nükleer başlık taşıyabilen füzelerin Küba’ya yerleştirilmesi şeklinde olacaktı ve böylece U-2 uçağının düşürülmesi ile başlayan bu kriz ilerleyen süreçte “Füze Krizi” olarak isimlendirilen daha büyük bir Soğuk Savaş bunalımına zemin hazırlayacaktı.


Elektrik mühendisiyim. Akışkanlar mekaniği ile ilgili Türk Patent Enstitüsü tarafından onaylanmış iki adet patentim var. Ağır sanayi sektöründeyim.
Elinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş.
Gerçekten istifade edilmesi gereken bir yazı emeğiniz için çok teşekkürler
çok güzel bir derleme. elinize sağlık