Zayıflatılmış Uranyum | Askeri Kullanımı ve Tartışmalar

Giriş

Bu çalışmada askeri amaçlar için “zayıflatılmış uranyum” (seyreltilmiş uranyum olarak da bilinir) kullanımı ve bu konudaki tartışmalar incelenmektedir. Çalışmanın ilk bölümünde zayıflatılmış uranyum hakkında temel bilgiler sunulurken; ikinci bölümde askeri araçlarda kullanımına değinilecek, son bölümde ise savaş sonrası etkileri hakkındaki tartışmalar ele alınacaktır.

Uranyum Nedir?

Periyodik tabloda U harfi ile gösterilen uranyum, 1789 yılında Martin Heinrich Klaproth tarafından keşfedilmişti. O dönem radyoaktivite kavramı hakkında fazla bilgi bulunmadığından, uranyumun da diğer elementlere benzer özellikler gösterdiği düşünülüyordu. Ancak yaklaşık 100 yıl sonra, 1896 yılında Dimitri Mendeleyev, yaptığı çalışmalarla uranyumun radyoaktif bir element olduğunu ispatlamıştır.

Günümüzde birçok insan uranyumu, nükleer santrallerde enerji üretimiyle tanımıştır. Ancak uranyum atomları doğada farklı biçimlerde bulunurlar. Tüm uranyum atomları çekirdeklerinde aynı miktarda proton bulundururken bazıları farklı nötron miktarına sahip olabilirler. Bir elementin farklı nötron miktarına sahip versiyonları “izotop” olarak adlandırılır.

Bazı uranyum izotopları ve doğada bulunma yüzdeleri.

Söz konusu uranyum olduğunda Uranyum-235 izotopundan ayrıca bahsetmek gerekir. Çünkü nükleer enerji santrallerinin çalışma prensibi “nötron bombardımanı” denilen teknik ile atomu bölmeye ve bu sayede atom içerisindeki enerjiyi açığa çıkarmaya dayanır. Yapısı gereği U-235, normal sıcaklıklarda nötron bombardımanına maruz bırakıldığında en kolay bölünebilen uranyum izotopudur. Ancak doğada bulunan uranyumun neredeyse %99’u U-238 iken, yalnızca %0,71’i U-235 izotopundan ibarettir.

Zayıflatılmış Uranyum Nasıl Oluşur?

Tüm bunlar göz önüne alındığında uranyumun, nükleer enerji tesislerinde yakıt olarak kullanılabilmesi için bir “zenginleştirme” işleminden geçmesi gerekmektedir. Zenginleştirme işlemiyle doğal uranyumun içerisindeki, nötron bombardımanına yani nükleer füzyona en elverişli olan izotopun, U-235’in oranı arttırılmak istenir.

İçerisindeki U-235 miktarı arttırılan uranyum az, orta ve yüksek zenginleştirilmiş olmak üzere 3 kategoriye ayrılır ve her bir kategori farklı reaktörlerde ve farklı amaçlarla kullanılabilir. Örneğin U-235 oranı %20’ye kadar olan uranyumlar, enerji santrallerinde elektrik üretimi için kullanılabilirken %20’nin üzerinde U-235’e sahip olan “yüksek zenginleştirilmiş uranyum” bazı uçak gemilerinde ve nükleer denizaltılarda yakıt olarak kullanılabilir. Nükleer silahlarda ise bu oran %85’in üzerindedir.

Uranyum zenginleştirme prosesi. Doğal uranyumda %0.7 oranında bulunan U-235 izotopu, proses sonrasında %3-5 seviyesine yükseliyor.

Zenginleştirme işleminden sonra U-235 cinsinden zengin olan uranyum ayrıldığında, geriye U-235 cinsinden fakir olan bir uranyum karışımı kalır. Elde kalan bu uranyum “zayıflatılmış uranyum” olarak adlandırılır. En radyoaktif izotoplarını kaybettiği için bu uranyum, doğadaki haline göre daha az radyoaktiftir.

Ağırlıkça oranlar açısından, 1 gram zenginleştirilmiş uranyum üretildiğinde yaklaşık 7 gram zayıflatılmış uranyum yan ürün olarak elde edilmektedir.

Uranyum zenginleştirme işlemleri, 1940’lı yıllarda ABD ve Britanya’da başladı. Açığa çıkan zayıflatılmış uranyumun ise henüz gücü keşfedilmediğinden “kullanışsız” olduğu düşünülmüş ve atık olarak depolanmaya başlanmıştı.

Açık havada istiflenmiş zayıflatılmış uranyum içeren konteynerler. Bu konteynerler kalınlığı 6 ila 8 milimetre arasında değişen karbon çeliğinden imal edilmektedir.

1970’lere gelindiğinde Pentagon bir raporunda Sovyetlerin, Varşova Paktı üyeleri için NATO mermilerinin delemediği zırhlar geliştirdiğine değindi. Bunun üzerine daha yüksek yoğunluğa sahip zırh delici mermiler üretebilmek için doğru malzemenin peşine düşüldü. Yapılan çeşitli testlerden sonra araştırmacılar, zayıflatılmış uranyumun güçlü bir zırh delici olarak kullanılabileceğini bildirdi.

30 milimetrelik zayıflatılmış uranyum zırh delici başlık.

Askeri Amaçlarla Kullanımı

Zayıflatılmış uranyum içeren mühimmatların tamamı devletler tarafından kamuoyuna açıklanmamıştır. Kara araçlarında kullanılan bu tip mühimmatlar kamuoyunda bilinmektedir. Öte yandan savaş uçakları için geliştirilen ve “bunker buster” olarak isimlendirilen birçok sığınak delici bombanın savaş başlığında zayıflatılmış uranyum kullanıldığına dair ciddi şüpheler vardır. Ancak 1990’lardan bu yana başta ABD hükümetleri olmak üzere dünya devletleri bu konuda bir açıklama yapmaktan kaçınmışlar, havadan karaya bırakılan mühimmatların savaş başlıklarının içeriğini kamuoyuyla paylaşmamışlardır.

Lazer güdümlü bir bomba olan GBU-24’e ait test görüntüleri.

a) Kara Araçlarında Kullanımı

Zayıflatılmış uranyumun yoğunluğu oldukça yüksektir. Bu yoğunluk (19.05 kg/m3) kurşunun yoğunluğundan 1.67 kat daha büyüktür. Aradaki bu fark sayesinde bir zayıflatılmış uranyum mermisi, aynı kütledeki bir kurşun mermiden daha küçük çapa sahiptir. Böylece zayıflatılmış uranyum mermisi, kurşun mermiye kıyasla daha az aerodinamik sürtünmeye maruz kalıp, hedefe daha yüksek bir basınçla çarpacağından daha derin penetrasyona sebep olacaktır. Uranyumun aynı zamanda kendiliğinden keskinleşme ve ince parçalara bölündüğünde piroforik olma özelliği vardır. Piroforik maddeler havayla temas ettiklerinde kendiliğinden tutuşurlar. Tüm bu koşullar, zayıflatılmış uranyumu, zırh delici mermilerin üretimi için cazip bir malzeme haline getirmiştir.

Zayıflatılmış uranyum ve tungsten alaşımlarından üretilmiş delicilerin hedefe çarpma anlarındaki davranışları. Zayıflatılmış uranyum delici, hedefine çarptığında keskinleşerek daha derine nüfuz etmektedir. Bu yüzden tungsten alaşımlarına göre daha iyi bir zırh delici olarak değerlendirilmiştir.Keskinleşme özelliğinden dolayı zırhlı bir hedefe çarptığında delici çubuk olarak kullanılan zayıflatılmış uranyumun burnu kırılarak keskinleşir ve zırha nüfuz eder. Çarpma anında meydana gelen enerji dönüşümü ısı açığa çıkarır ve artan sıcaklığın da etkisiyle parçalanan uranyum alev alır. Saçılan parçacıkların bir anda alev alması genellikle aracın içerisindeki mühimmatı ya da yakıtı tutuşturarak aracın infilak etmesine sebep olur. ABD Ordusu zayıflatılmış uranyumu yaklaşık %3,5 titanyum içeren bir alaşım haliyle kullanmaktadır.

105 mm M900 APFSDS-DU

Görselde yer alan 105 milimetrelik M900 top mermisi, zayıflatılmış uranyum delici çubuk kullanılan bir anti tank mermisidir. Bu mermi bir dönem 105 milimetrelik M-68 topunu kullanan M1 Abrams, M48 ve M60 Patton tankları tarafından kullanılmıştı. Ayrıca İngiliz Challenger 1 ve Challenger 2 tanklarının da 120 milimetrelik sabot (kinetik enerjili zırh delici) mermilerinde zayıflatılmış uranyum kullanıldığı bilinmektedir.

Günümüzde ABD ordusu tarafından kullanılan ve zayıflatılmış uranyum içeren en modern zırh delici tank mermisi; M829A4.

Rus Ordusu ise 1970’lerin sonlarından bu yana, çoğunlukla T-62 tanklarının 115 milimetrelik toplarında ve T-64, T-72, T-80 ve T-90 tanklarındaki 125 milimetrelik toplarında zayıflatılmış uranyum içeren mermileri ana mühimmat olarak kullanmıştır.

Kara araçlarında mermi olarak kullanılmasının dışında, zayıflatılmış uranyum, yüksek yoğunluğa sahip bir madde olarak zırh kaplamasında bir katman olarak da kullanılmıştır. Örneğinde M1A1HA (Heavy Armor) modelinde paslanmaz çelik ile çevrelenmiş 2.5 ila 5 santimetre kalınlığında zayıflatılmış uranyumdan imal edilen bir plaka kullanıldığı bilinmektedir.

Bunlara ek olarak, 1990’ların başında geliştirilen bazı TOW ve AGM-142 Hellfire ile Brimstone tanksavarlarının varyantlarında zayıflatılmış uranyum kullanıldığına dair şüpheler dile getirilmiştir.

b) Hava Araçlarında Kullanımı

Zayıflatılmış uranyumun hava araçlarının havadan karaya mühimmatlarında kullanıldığında dair tartışmaların yaklaşık 30 yıllık bir geçmişi vardır. Bu tartışmaların merkezinde sığınak delici bombalar yer almaktadır. Sığınak deliciler, tank mermilerine benzer şekilde, hedefine ulaşmadan önce toprak, beton, çelik ya da kayadan oluşan katmanların aşılması gereken hedeflere karşı kullanılmaktadır. Körfez Savaşı sırasında Amerikan Hava Kuvvetlerine bağlı F-117 Nighthawklar Irak’ın askeri havalimanlarındaki beton koruganlı hangarları, mühimmat ve yakıt depolarını ve özellikle de Bağdat’ta yer alan telekomünikasyon tesisleri ile Baas rejimine ait yeraltı sığınaklarını hedef alan tonlarca ağırlıkta GBU-31, GBU-27 ve GBU-10 bıraktı. Bırakılan bombaların savaş başlıklarının ne içerdiği sır olarak tutuldu ve açıklanmadı. Örneğin 1980’lerde geliştirilen BLU-109’un yeni modeli olan BLU-116’nın selefiyle aynı şekil, boyut ve ağırlıkta olmasına karşın deliciliğinin iki kat fazla olması zayıflatılmış uranyum kullanımına dair soru işaretleri oluşturmaktadır.

F-117 Nighthawk GBU-27 bırakırken.

Sığınak delicilerin dışında seyretilmiş uranyum savaş uçaklarının ve helikopterlerin zırh delici mermilerinde kullanılmaktadır. Bu uçakların belki de en meşhuru A-10 Thunderbolt II’dir. A-10’da kullanılan 30 milimetrelik GAU-8 topu zayıflatılmış uranyum içeren zırh delici mermiler ateşliyordu.

Savaşın Ardından: Körfez Savaşı Sendromu ve Tartışmalar

1990 – 1991 yıllarında Körfez Savaşı’ndan dönen 697 bin ABD gazisinden yaklaşık 250 bini, kronik ve çok belirtili bir hastalıktan şikâyet ettiler. Gazileri etkileyen bu hastalık süreci önceki vakalarla doğrudan eşleştirilemediği için Körfez Savaşı Sendromu olarak adlandırıldı. Savaş sonrası evlerine dönen askerler yorgunluk, baş ağrısı, bilişsel bozukluk, kas ve iskelet ağrıları, uykusuzluk, solunum ve sindirim sistemlerinde bozukluk başta olmak üzere çok geniş bir semptom yelpazesiyle şikayetlerini bildiriyorlardı. Savaştan dönen askerlerde bazı ruhsal hastalıklar görülmesi alışılmış bir durumdu. Başta bu durumu sıradan savaş sonrası sendromu olabileceği düşünülse de daha önce bu kadar kronik ve karışık bir sendromla karşılaşılmamış olması bu sendromu özel kılıyordu.

“Zayıflatılmış uranyum kendi askerlerimizi öldürüyor” Körfez savaşı gazileri tarafından hazırlanmış bir pankart.

Peki bu savaşı özel kılan neydi? Bilindiği üzere ABD ordusu zayıflatılmış uranyumu ilk kez Körfez Savaşı’nda resmi olarak kinetik enerjili tanksavar mermilerinde ve otomatik top mermilerinde kullanmıştı. Önceki bölümde gayrı resmi olarak zayıflatılmış uranyumun kullanılmış olabildiğini vurgulamıştık. Ordu ve devlet her ne kadar zayıflatılmış uranyumun tehlikesiz olduğunu iddia etse de bu karmaşık rahatsızlıkların uranyum kullanımıyla aynı döneme denk gelmesi, sendromun ana sebeplerinden birinin zayıflatılmış uranyum olduğunun öne sürülmesine neden oldu.

Askerlerin radyoaktif malzemeden imal edilen mühimmatları depolaması, taşıması, kullanması, ya da bu malzemeyle korunan bir zırhlı aracın içinde bulunması ürkütücü gelebilir. Ancak yapılan araştırmalar zayıflatılmış uranyumun üç farklı parçacık ile radyoaktif ışıma yaptığını göstermiştir. Bu ışımalardan birincil yani en yüksek oranda bulunanı alfa parçacıkları ile gerçekleşmektedir. Doğadaki haline göre %40 daha az radyoaktif olduğu bilinen zayıflatılmış uranyumun yaydığı alfa ışınlarının, insan cildi tarafından engellendiği belirtilmiştir. Radyoaktif ışımaların daha az olan kısmını oluşturan beta ışımalarından korunmak için ise, mürettebatın koruyucu tulum ve botlar giymesi yeterli oluyordu. Nüfuz olarak en büyük etkiye sahip olan gama ışınları ise, her ne kadar çoğu koşulda vücuda nüfuz edebilse de zayıflatılmış uranyum tarafından yayılımı o kadar düşük düzeyde gerçekleşiyordu ki uzmanlar bu radyasyon miktarının, her gün maruz kaldığımız ortalama radyasyon miktarında kayda değer bir artışa sebep olmadığını belirtmiştir.

Körfez Savaşı’nda zayıflatılmış uranyumun kullanıldığı bölgeler.

1991 yılında ABD ordusu, 300 ton zayıflatılmış uranyumun açığa çıktığı tahmin edilen Irak’a, savaş sonrası etkilerini araştırması için oluşturulan görev gücünün bir parçası olarak fizikçi Doug Rokke’yi bölgeye gönderdi. Rokke araştırmasının sonucunda “bölgede bulunan sivillerin ve askerlerin üzerinde ciddi olumsuz sağlık sorunları gözlemlediğini” bildirdi. Ayrıca açığa çıkan zayıflatılmış uranyumun %40’ının buharlaşarak havaya karıştığını ve %60’ının katı halde hedeflerin çevresine saçılmış halde bulunduğunu, bu radyoaktif maddelerin yutma, soluma ya da yarayla teması sonucu kolayca insanları etkileyebileceğini açıkladı.

Zayıflatılmış uranyum kullanılan coğrafyalarda hem askeri personel hem de bölge halkı bundan etkilenmişti. Radyoaktivite tehlikesi otoriteler tarafından önemsenmiyordu ancak radyasyon dışında korkulacak şeyler de vardı. Uranyum radyoaktif bir element olmasının yanı sıra aynı zamanda toksik bir metaldir. Bu yüzden uranyumla doğrudan deri temasının sağlanmasının yanı sıra temas etmiş havayı solumak, yiyecekleri ve içecekleri tüketmek bile bu toksik etkiden zarar görülmesine sebep olur. Zayıflatılmış uranyuma maruz kalındığında başta böbrek, beyin, karaciğer ve kalp olmak üzere birçok hayati önem taşıyan organın, normal fonksiyonlarını yerine getiremeyecek derecede hasar alması söz konusudur.

Kara araçlarının mühimmatlarında kullanılan zayıflatılmış uranyum miktarının az olması ve sahada görev yapan askerlerin bu tür mühimmatların kullanımının kısıtlı olduğuna dair beyanları sığınak delici bombalarda zayıflatılmış uranyum kullanımına dair soru işaretlerini artırmaktadır. Bu hususa ilişkin Yüzbaşı Mark Gerges muharebe deneyimi hakkında şunu ifade etmektedir:

“Tanklar iki tür sabot taşıyordu; çok sayıda M829 ve yedi adet  ‘supersabot’ dediğimiz M829A1*. Planımız Cumhuriyet Muhafızları ile gireceğimiz çatışmanın başında M829’ları ateşlemek, daha sonra M829A1’leri kullanmaktı çünkü T72M1’lerin daha kalın zırhlarını delebilmek için buna ihtiyacımız olduğunu düşünmüştük. Pek de öyle değilmiş. Çatışma sırasında bütün bölüğümden yalnızca bir ya da iki ‘supersabot’ ateşlenmişti.” [*Ç.N. Supersabot olarak isimlendirilen M829A1 zayıflatılmış uranyumdan imal edilen zırh delici mermidir.]

Sığınak delici mühimmatların zayıflatılmış uranyum içerdiğine dair kuşku uyandırıcı bazı vakalar da vardır. Örneğin 5 Aralık 2000’de, Afganistan’da bırakılan bir GBU-31 JDAM’ın, sahadaki Afgan ve Amerikan kuvvetlerinin 100 metre uzağına düşmesi sonucu müttefik üç Afganistan askerinin hayatını kaybettiği olayda teamüllere tamamen aykırı olarak gazetecilerin alana girmesine ve fotoğraf çekilmesine izin verilmemişti. Bir başka kuşku uyandırıcı olay Lübnan’da yaşandı. 2006 yılında yaşanan Lübnan Savaşı sırasında İsrail Hava Kuvvetleri tarafından bırakılan bir bombanın kraterinin çevresinde yapılan çalışmalarda anormal seviyede radyoaktivite tespit edildi. Bunun üzerine kraterdeki topraktan alınan örnekler inceleme için İngiltere’ye gönderildi. Yapılan testler sonucunda topraktaki radyasyon miktarının normalden en az 6 kat fazla olduğu görüldü. Savaştan kısa süre önce İsrail’in, ABD’den 500 adet bomba satın almış olması zayıflatılmış uranyuma dair şüphe uyandırmaktadır.

Uzmanlar 2003 yılında Irak’ta, yalnızca 3 haftalık bir çarpışmada 1000 ila 2000 ton zayıflatılmış uranyum içeren mühimmatın kullanıldığını tahmin etmektedir. Bu mühimmatların çeşitli araç ve silahlar yoluyla kullanılabiliyor olması, açığa çıkan zayıflatılmış uranyum miktarını ve sonuçlarını da etkilediği söylenebilir.

1991’deki savaşın nispeten çorak ve şehirlerden uzak alanlarda gerçekleşmesi, sivil tahribatın artmasının önüne geçmiş olsa da aynı durum 2003 için geçerli değildi. Hindistan Deniz Kuvvetleri’nden Amiral Vishnu Bhagwat, 2004 yılında yaptığı bir konuşmada zayıflatılmış uranyumdan şu şekilde bahsetmişti:

“2003 savaşında Iraklılar, 1991’deki gibi çöllerin aksine şehir merkezlerinde Pentagon’un radyoaktif cephaneliğine maruz kaldı. Şimdiye dek 1991 savaşına katılan 697.000 ABD askerinin yarısı ciddi hastalıklara kapıldığını bildirdi. Amerikan Körfez Savaşı Gazileri Birliği’ne göre, bu askerlerin % 30’undan fazlası artık kronik olarak hasta. Engelli gazilerin sayısı ise şok edici şekilde yüksek. Oysa onlar otuzlu yaşlarının ortasındalar ve sağlıkları yerinde olmalıydı.”

ABD Gazi İşleri Bakanlığı, 2008 yılında yapılan bir incelemede zayıflatılmış uranyuma maruz kalmanın, böyle çok semptomlu bir hastalıkla ilgisinin olmadığını iddia etti fakat gaziler, sivil toplum örgütleri ve bağımsız araştırmacılar bu görüşe katılmadı.

Irak

2001 yılında Irak’ın güneyindeki Basra Hastanesi’ndeki sağlık görevlileri, Körfez Savaşı’nın ardından burada doğan bebeklerde görülen lösemi ve genetik bozukluk oranlarında ciddi bir sıçrama olduğunu öne sürdüler. Iraklı doktorlar bu anormal artışı zayıflatılmış uranyumun uzun vadeli etkisine bağladılar. 2003’te Irak’ta nerede ve ne kadar zayıflatılmış uranyum kullanıldığının açıklanması ve etkilenen bölgelerde daha titiz çalışmaların sürdürülebilmesi için çağrılar yapılsa da bu konuda kayda değer bir çalışma yapılmadı. 2004 yılında Irak, dünya çapında lösemiye bağlı ölüm oranı en yüksek ülke olmuştu.

Zayıflatılmış uranyumdan kaynaklandığı belirtilen bazı genetik hasarlı insanlar.

2012’de yapılan bazı çalışmalar ise Felluce halkının “şimdiye kadar incelenen herhangi bir popülasyonda görülen en yüksek genetik hasar oranına” sahip olduğunu belirterek Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallığı 2004 yılında şehirde yürüttükleri operasyonlarla bu oranın arasındaki muhtemel bağlantıları incelemeye davet etmiştir. Fakat alınan toprak örneklerinde, Felluce’de kullanıldığı bilinmesine rağmen zayıflatılmış uranyuma rastlanmamıştır.

Sonuç

Irak’ta çok yoğun kullanılmış olsa da dünyanın farklı yerlerindeki farklı kuvvetler tarafından zayıflatılmış uranyum mühimmatlarının kullanıldığı bilinmektedir. Gerçekleşen operasyonlardaki askeri personelin, gazilerin, bölge halkının ve serbest araştırmaların sonucu her ne kadar ciddi bulgular ortaya koysa da müttefik otoriteler tarafından zayıflatılmış uranyum asla ciddi bir tehlike olarak görülmemiş ya da gösterilmek istenmemiştir.

Bu bölümde zayıflatılmış uranyum kullanımı mümkün olduğunca farklı pencerelerden incelenerek yanlış ya da taraflı yorumlar oluşmasının önüne geçilmek istenmiştir.

Zayıflatılmış uranyum mühimmatlarının kullanıldığını resmi olarak sadece ABD ve Birleşik Krallık kabul etse günümüzde hala birçok orduda zayıflatılmış uranyumun kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Kaynaklar ve İleri Okuma

Content Protection by DMCA.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir