İspanya İç Savaşı, 1.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da yaşanan ve tankların yoğun olarak kullanıldığı ilk çatışma ortamıydı. Bu savaş tankların gelişim süreci açısından önemli bir zaman dilimine denk gelmiş, tank üretim miktarının senede bir kaç yüz adetten on binlere çıktığı bir dönemde yaşanmıştı. Dönemin büyük askeri güçleri kendi tank geliştirme programlarını şekillendirmek için İspanya’da yaşanan tank muharebelerini incelemeye çalışmıştı. Savaşa muhrip olarak ya da destek amaçlı birlik, silah ve ekipman gönderen Almanya, Sovyetler Birliği ve İtalya için İspanya adeta bir laboratuvar ortamı olarak görülmüştü.
Savaşa Giden Yol
Bu yazının konusu İspanya İç Savaşı’na giden sürecin politik nedenleri değil fakat inceleyeceğimiz askeri hadiseler bir iç savaş ortamında geliştiği için metnin tamamını daha anlaşılabilir kılmak adına bu süreçten kısaca bahsedeceğiz.
1931 yılında İspanyol monarşisinin sona ermesinden sonra ülkede demokratik bir parlamento oluşturulmaya çalışılmıştı. İspanya’nın tarihsel olarak demokrasi geleneğinin zayıf olması bu sürecin kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuş, toplumsal ve siyasi kesimler arasında keskin bir kutuplaşma süreci başlamıştı. 1936 yılında hükümet sol bir ittifakın elindeydi ve bu ittifak içerisinde liberaller, sosyalistler, sendikacılar ve komünistlerden oluşan geniş bir kesim bulunuyordu. İspanyol solunun zamanla din karşıtlığını daha yüksek sesle dile getirmesi toplumun daha gelenekçi, dindar ve monarşi yanlısı kesimlerinin bir araya gelmesine neden olmuş ve nihayetinde orduyu darbe yapmaya itmişti.


Bu dönemde İspanyol ordusunun toplam mevcudu 100 bin dolayındaydı. Bu askerlerin 30 bini Fas’ta bulunan Afrika ordusunda görevliydi. İspanyol ana karasında bulunan ordunun eğitimi kötüydü ve genellikle yedek subaylar tarafından komuta ediliyordu. Yetenekli ve deneyimli subayların büyük çoğunluğu İspanyol kolonilerinde buluyordu. Öte yandan Fas’ta bulunan ordu Rif Savaşları döneminde çarpışmış, savaş tecrübesi olan birliklerden oluşuyordu. Nitekim 18 Temmuz 1936 tarihinde fitili ateşlenen darbe girişimi öncelikle Fas’ta başlamış, ilerleyen aşamada bu birlikler İspanyol ana karasına doğru harekete geçmişti. Adolf Hitler 22 Temmuz 1936 tarihinde Fas’ta bulunan bu birliklerin ana karaya hızla nakledebilmesi için Junker Ju-52 nakliye uçaklarını yardıma yollamış, Temmuz ayının sonunda ise iç savaş tam anlamıyla patlak vermişti.

Savaş Öncesinde Tank Teknolojisi
1. Dünya Savaşı sonrasında savaşı kazanan devletlerin elinde çok sayıda tank bulunuyordu. Savaşın ardından oluşan sosyal ve ekonomik sorunları çözmek için orduların küçültülerek savunma bütçelerinde kısıntıya gidilmesi yeni tank projelerinin gelişim hızını düşürmüştü. Versay Antlaşması ile Almanya’nın tank geliştirmesi yasaklanmıştı. Sovyetler Birliği ise devrimden sonra yaşanan kanlı iç savaşın yaralarını sarmaya çalışıyordu. Bu tarihsel koşulların etkisiyle tankların gelişim süreci 1930’ların ikinci yarısına kadar farklı bir yol izlemiş, pahalı ve karmaşık tanklar yerine üretimi kolay ve ucuz olan küçük tankların üretimine ağırlık verilmişti.
İngiltere 1. Dünya Savaşı sırasında tank geliştirmenin öncü ülkesi konumundaydı. Vickers gibi etkili bir silah firmasının yanı sıra John Frederick Charles Fuller gibi vizyoner askeri stratejistlere sahip olmaları İngiltere’yi bu alanda öne çıkarmıştı. Bunun bir sonucu olarak Carden-Loyd tankettesi ortaya çıktı ve dönemin tank geliştirme programlarının temelini oluşturdu. Carden-Loyd iki kişilik, tek bir makineli tüfekle donatılmış küçük bir tanktı. Stratejik açıdan bakıldığında, bu tankların üretimi ucuz olduğundan çok sayıda üretilerek savaş alanının domine edilebileceği düşünülüyordu. Jean-Baptiste Estienne de 1917 yılında Renault FT-17’yi geliştirirken aynı fikri ortaya atmıştı. Savunma bütçelerindeki kısıntılar göz önüne alındığında bu fikrin potansiyeli devletler tarafından fazla incelenmeden benimsendi. Bu doğrultuda Sovyetler Birliği T-27, İtalya CV 3/33 ve Polanya TK tankları ile birbirine benzer yollar izledi. Almanya ise 1933 yılında Adolf Hitler’in iktidara gelmesi ile Versay Antlaşması’nı gizlice delerek Panzerkampfwagen I tank projesi üzerinde çalışmaya başladı.

Avrupa’da tankların gelişim sürecinde devletler arasında benzer çizgiler benimsenirken Sovyetler Birliği farklı bir tasarım ve taktik anlayışı üzerinden ayrı bir proje daha yürütüyordu. Bu projenin sonucunda T-26 ortaya çıkacaktı ve bu tank İspanya İç Savaşı ile özdeşleşecek, mevcut tank geliştirme prensiplerini ve taktiksel anlayışı kökünden değiştirecekti. Devletlerin İspanya’dan çıkardıkları dersleri anlayabilmek için öncellikle T-26’nın gelişim sürecini ve tank geliştirme sürecinde çizdiği özgün yolu incelemek durumundayız.
Farklı Bir Gelişim Çizgisi: T-26
İki dünya savaşı arasındaki dönemde öne çıkan tanklardan bir diğeri de Vickers 6-ton tankıydı. Bu tank esasında ihraç edilmek için tasarlanmış bir modeldi ve İngiliz ordusu tarafından hiçbir zaman büyük miktarlarda sipariş edilmemişti. Bu tankı satın alan başlıca ülkeler ise Sovyetler Birliği, Polonya, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin’di. 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılan Amerikan M3 Stuart, İtalyan M11/39 ve M13/40 ve Polonya 7TP tankları Vickers’ın tasarımı üzerinden şekillenmişti. Vickers üzerinden şekillenen en önemli tasarım ise şüphesiz Sovyetler Birliği tarafından üretilen T-26’ydı.

Vickers’ın tankının Model A, B ve C olmak üzere üç farklı amaç için tasarlanmış modeli bulunuyordu. Model A her iki taretinde de hafif makineli tüfek olan çift taretli bir tasarımdı ve düşman siperlerine saldırmak için tasarlanmıştı. Model B bir ateş destek tankı olarak düşünülmüştü ve 47 milimetrelik top ile donatılmış tek bir tarete sahipti. Model C ise tank avcısı olarak tasarlanmıştı ve gövdesinde uzun 37 milimetrelik bir top barındırıyordu. Sovyetler Birliği 1930 yılında Vickers’ın üretimi için lisans hakkını satın aldı. Kızıl Ordu başta piyade destek tankı istediği için çift taretli modeli tercih etti, böylece aynı anda iki farklı hedefle temas kurulabileceği düşünülmüştü. 1932 yılına gelindiğinde tanka karşı tankla savaşmak ana taktik olarak benimsenmese de T-26’ya geniş bir taret eklenerek 45 milimetrelik büyük bir top ve makineli tüfekle donatma fikri ortaya çıktı. Böylece T-26 düşman hedeflere topuyla ya da makineli tüfeğiyle ve ya her iki silahıyla birden saldırabilecekti.



45 milimetrelik topun seçilmesi ise bir diğer projeden esinlenilmişti: Kızıl Ordu piyadesini modern bir tanksavar silahı ile donatmak. 1920 ve 1930’larda dünyadaki pek çok orduda piyadeleri tanksavar silahlarla donatma konusunda çalışmalar yürütülüyordu. Bu doğrultuda İtalya 47 milimetrelik hem yüksek patlayıcılı hem de tanksavar mermi atabilen bir topu tercih ederken, Britanya ve Fransa yalnızca tanksavar mermi ateşleyen ayrı bir top modelini tercih etmişti. Sovyetler Birliği ise Alman savunma sanayi firması olan Rheinmetall’den 37 milimetrelik tanksavarın üretim lisansını almış ve 1931 yılında küçük çaplı üretimine başlamıştı. Bu silah Kızılordu envanterinde “1-K 37mm Model 1930” olarak isimlendirilmişti. Bununla birlikte Kızılordu subayları bu silahı bir tanksavar olarak değil genel kullanıma uygun bir silah olarak sınıflandırmanın daha doğru olacağını dile getirmekteydi. Nitekim 37 milimetrelik mermiler yalnızca 20 gram yüksek patlayıcı içeren başlıklar taşıyabiliyordu. Bu duruma çözüm olarak Sovyetler Birliği topun çapını 45 milimetreye çıkarmış, bu sayede mermilerin taşıdığı yüksek patlayıcı başlığın miktarını iki kat artırmıştı. 1932 yılında üretimine başlanan bu yeni silahın ismi “19-K 45mm Model 1932 tanksavar” olarak belirlendi.



1933 yılında 19-K topu zırhlı araçlarda kullanılabilmesi için modifiye edildi ve 20-K adını aldı. Aynı yıl 20-K topuyla donatılan T-26 tankları ile yapılan testler çok başarılı bulundu. Böylece Kızıl Ordu’nun çok amaçlı kullanıma uygun, genel bir piyade destek tankına sahip olduğu düşünülmüştü. T-26’yı ortaya çıkaran özgün anlayışın ne kadar başarılı olduğu ise İspanya İç Savaşı’nda ortaya çıkacaktı.
İspanya’nın Elindeki Zırhlı Araçlar
1936 yılının Temmuz ayında savaş patlak verdiğinde savaşan her iki tarafın elinde de fazla tank bulunmuyordu. Cumhuriyetçiler İspanya ana karasının önemli sanayi yerleşimlerini de içine almakla beraber ülkenin neredeyse %65’ini kontrolü altında tutuyordu. Bu sayede savaşın başında tank sayısı açısından üstünlük Cumhuriyetçilerin elindeydi. Fakat bu sayısal üstünlük eldeki tankların Renault ve Schneider gibi eski modeller olması ve personel eğitimlerinin yetersizliği sebebiyle savaşın gidişatına fazla etki edememişti. Savaşın başında taraflarca kullanılan başlıca zırhlı araçlar Schneider CA1, Renault FT, Fiat-3000A, Trubia, Landes ve Bilbao’ydu. Bunun dışında Cumhuriyetçiler savaş boyunca 400’den fazla zırhlandırılmış kamyon ve benzeri zırhlı araç üretmişti. Bütün bu tanklar ve zırhlı araçlar savaş boyunca çeşitli muharebelerde kullanıldılar. Fakat dünyada tankların izlediği gelişim çizgisinde bu araçlardan ziyade Sovyetler Birliği, İtalya ve Almanya’nın yollamış olduğu tankların yarattığı etki ön plana çıkmıştı.
Büyük Güçlerin İspanya’ya Yolladıkları Tanklar ve Performansları
Almanya savaş boyunca İspanya’ya toplamda 122 tank yollamıştı. Bu tanklar 96 PzKpfw 1 Ausf A, 21 PzKpfw 1 Ausf B, 4 Befehlswagen komuta tankı ile 1 adet taretsiz eğitim tankından ibaretti. İspanya’da bulunan Alman tankları büyük çoğunlukla İspanyol mürettebat tarafından kontrol edilmişti. İspanya’da bulunan Alman personelinin esas görevi İspanyol askerleri eğitmek, teknik destek sunmak, tavsiye vermek ve gözlem yapmaktı. PzKpfw 1 teknik açıdan T-26’ya kıyasla çok daha güvenilir ve dayanıklı bir tanktı fakat silah ve zırh bakımından herhangi bir tankla başa çıkması mümkün değildi. Tankın SmKH zırh delici makineli tüfek mermisi vardı ancak T-26’yı delebilmesi için 150 metreden daha kısa bir mesafeden yan tarafına ateş açması gerekiyordu. Öte yandan T-26’nın güçlü 45 milimetrelik topu PzKpwf 1’in ön zırhını 1 kilometre uzaklıktan delebiliyordu. Bu teknik detayların savaşın her iki tarafınca anlaşılması PzKpwf 1 mürettebatlarını T-26 tankları ve BA-3 zırhlı arabaları ile çatışmaya girmekten kaçınmaya, Cumhuriyetçileri ise mümkün olduğunca uzaktan saldırmaya itmişti. Almanya ellerindeki PzKpwf 1’lerin tank savaşı için ne kadar etkisiz kaldığını fark ettikten sonra pratik bir çözüm olarak piyadeleri 37 milimetrelik PaK 36 tanksavar toplarıyla donatmaya başlamıştı. Almanya’nın İspanya’ya yolladığı tanklardan 93 tanesi savaşın sonunu görebilecekti.


Sovyetler Birliği tek başına İspanya’ya en fazla tank gönderen ülke konumundaydı. Savaş boyunca 281 T-26 ile 50 BT-5 tankı İspanya’ya yollanmıştır. İspanya’ya yollanan Kızıl Ordu personeli tıpkı Alman personelleri gibi doğrudan muharebelere katılması için değil, eğitim ve teknik vermesi için gönderilmişti. Fakat Cumhuriyetçilerin karşı tarafa kıyasla daha tecrübesiz ve eğitimsiz olması Kızıl Ordu personelini savaşın başında muharebelere dahil olmaya zorlamıştır. T-26’nın avantajlarından daha önce detaylıca bahsetmiştik. Bu noktada tankın handikaplarından bahsetmemiz gerekirse motor ömrünün kısa olduğunu ve İspanya’nın kurak ikliminin T-26’nın güç paketi üzerinde daha fazla arızaya sebebiyet verdiğini belirtebiliriz. BT-5 hafif tankları ise Sovyet yetkililerin büyük umutlar bağladığı, bir çeşit gizli silah olarak İspanya’ya yollanmış ve uygun bir zamanda kullanılmak üzere uzun bir süre bekletilmişlerdi. BT-5’in etkisine yazının ilerleyen bölümünde daha geniş yer vereceğiz.


İtalya İspanya’ya CV 3/33 ve CV 3/35 tankettelerinden toplamda 155 tane yollamıştı. Almanya ve SSCB’den farklı olarak bu tanklar gönüllü İtalyan personeller tarafından kontrol edilmekteydi. CV 3/33 alev makinesi ile donatılmıştı ve yerleşim yerlerinde yaşanan çarpışmalarda etkili bir savaş aracı olmuştu. CV 3/35 ise tıpkı PzKpwf 1 gibi makineli tüfekle donatılmıştı ve aynı sorunlardan muzdaripti fakat boyutlarının daha ufak olması ve hızı önemli avantajlarıydı. İtalya’nın İspanya’ya yolladığı tanklardan 70 tanesi savaşın sonunu görebilecekti.


Bütün bu tankların dışında Cumhuriyetçiler Fransa ve Polonya’dan 64 adet Renaulf FT tankı satın almıştı. Bu tanklar da genellikle ikincil rollerde kullanılmıştır. Nitekim Fransa ve Polonya da esasında gelişen Alman tehlikesine karşı ordularını modernize etmek için ihtiyaç duyulan maddi kaynağı el etmek amacıyla bu tankları Cumhuriyetçilere satmıştır.

Muharebeler ve Sonuçları
İspanya’da geniş bir alana yayılmış, uluslararası boyutta düzenli ve düzensiz birliklerin dahil olduğu ve istihbarat faaliyetlerinin yoğun şekilde yürütüldüğü bir iç savaş yaşandığı için ülkenin bir çok farklı noktasında çok sayıda irili ufaklı muharebe yaşanmıştı. Bu muharebelerin çoğunda çeşitli zırhlı araçlar ve tanklar kullanılmıştır. Ancak üzerinde stratejik seviyede değerlendirme yapılabilecek, kitlesel ölçekte tankların kullanıldığı muharebe sayısı oldukça azdır. Tüm İspanya İç Savaşı boyunca Batılı askeri uzmanların ilgisini en çok çeken ve kısmen kitlesel tank kullanımın gözlemlendiği başlıca çarpışmalar Brunete Muharebesi, Zaragoza Harekatı ve Ebro Muharebesi olmuştur.
Brunete Muharebesi
Cumhuriyetçiler tarafından planlanan Brunete saldırısının temel amacı Madrid’de savaşmakta olan kuvvetlerin yükünü hafifletmek ve Kuzey’den gelmesi beklenen saldırının geciktirilmesini sağlamaktı. Saldırının ilk aşaması başarılı olsaydı, Madrid çevresinde bulunan Milliyetçi birliklerin imha edilmesi için hareke geçilecekti. Bu amaç doğrultusunda Cumhuriyetçiler 80.000 asker, 100’ün üzerinde T-26 ile 200 uçağı bir araya getirerek bütün savaş boyunca düzenlenecek olan en büyük saldırı için harekete geçti.

Saldırı 6 Temmuz 1937 tarihinde başladı. Arazinin yapısı tank ve piyadelerin eşgüdüm halinde ilerlemesi için uygundu fakat 40 dereceyi geçen sıcaklık tanklarda aşırı ısınmaya bağlı sorunlara neden oluyordu. 34. Tümenden piyadelerle birlikte ilerlemekte olan tank taburu saldırının ilk gün hedefi olan Villanueva de la Cañada kasabasında sürpriz bir direnişle karşılaştı. Kasabadan yaklaşık 600 metre uzaklıkta olan T-26 tankları iyi şekilde gizlenmiş olan tanksavarlar ve sahra toplarından ateş almaya başladı ve durmak zorunda kaldı. Kasabada bulunan bir kilisenin kulesine konuşlanan 37 milimetrelik tanksavar topu tek başına tank taburuna ağır kayıplar verdirdi. Saldırının ilk gün hedefi olan Villanueva de la Cañada kasabasının çok geç düşürülmesi ve verilen ağır kayıplar saldırının geriye kalanını sekteye uğratarak Milliyetçilerin hatlarını yarma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Saldırının başlamasından yalnızca beş gün sonra, 11 Temmuz 1937 tarihinde Cumhuriyetçilerin elinde 38 T-26 kalmıştı. Saldırısı püskürtülen ve ağır kayıplar vererek morali bozulan Cumhuriyetçi birlikler geri çekilmiş, Milliyetçilerin karşı saldırısı da başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Brunete Muharebesi bu şekilde kısmi bir beraberlikle sonuçlanırken Batı’da tanklar üzerinde çalışan askerler ve basın arasında tartışmalar başlamıştı.
1. Dünya Savaşı’nın ardından hareketli savaşın ve tank kullanımının önemli savunucularından olan teorisyen B. H. Liddell Hart dahi Brunete Muharebesinde tankların düştüğü kötü durumun ardından tanklar hakkındaki görüşlerinde şüpheye düştüğünü belirtmiştir. Tankların bir diğer büyük savunucusu olan Tümgeneral J. F. C. Fuller ise Liddell Hart’ın düşüncesine katılmadığını şu şekilde ifade etmiştir: “Savaşlar klişelerle ya da Lidell Hartçılıkla kazanılmaz”. Fuller basının tank teknolojisi için getirdiği eleştirileri İspanya’da uygulanan taktiklerin niteliğinin düşük olduğunu öne sürerek reddetmişti. Sovyet yetkililere göre ise başarısızlığın nedeni tanklar değil, tanklarla eşgüdüm halinde saldırı yapma noktasında başarısız olan piyadeler ve yeterli ateş desteği sağlayamayan topçu birlikleriydi. Öte yandan Madrid hattında kilometre başına ortalama 13.8 tanksavar düşerken, saldırının yapılacağı hat boyunca aynı ortalamanın 26.6 olması tank kayıplarını ağırlaştıran bir diğer faktördü.

Zaragoza Harekatı ve Ebro Muharebesi
Askeri açıdan bakıldığında Zaragoza Harekatı ile Ebro Muharebesi’nin birbiriyle ilgisi yoktur. Fakat dönemin en modern tankları olarak kabul edilen BT-5’ler bu çarpışmalarda kullanıldığı için tek başlık altından incelemeye çalışacağız.
İspanya’ya yollanan BT-5 tankları Sovyet yetkililerce en etkili silah olarak görülüyordu. Zaragoza Harekatı sırasında ilk kez kullanılacakları ana kadar sürpriz etkisini yitirmemesi için başka hiçbir çatışmada sahaya sürülmemişlerdi. Öte yandan BT-5’leri komuta edecek İspanyol mürettebatlar doğrudan Rusya’ya götürülmüş ve Gorki Tank Okulunda özel olarak yetiştirilmişlerdi. BT-5’i kendi dönemi içerisinde bu denli özel kılan esas etmen tankın hızıydı; paletli olarak saatte 65 kilometre, yolda paletsiz olarak saatte 90 kilometre. BT-5, Walter Christie’nin hızlı tank konseptinin bir ürünüydü ve Christie süspansiyonunu kullanıyordu. Kızıl Ordu’nun derin operasyonlar modeli olarak isimlendirilen savaş stratejisinde BT-5’lerin hızını ve 45 milimetrelik toplarını kullanarak düşman hattı içerisinde derinlemesine yarma yapması öngörülüyordu.

Komutanlık Ekim 1937’de Zaragoza Harekatı kapsamında ilerleme yolu üzerinde bulunan Fuentes de Ebro kasabasına saldırmaya ve bu saldırıda BT-5 tanklarına sahip olan Uluslararası Tank Alayı’nı kullanmaya karar vermişti. Harekatın planlaması gelişigüzel biçimde yapılmıştı ve yetersizdi. Tankların saldırıya geçmeden önce yaklaşık 50 kilometre mesafe kat etmesi gerekiyordu. Varış noktasında saldırıdan önce tankların üzerine piyadeler yerleştirilerek hücuma geçilmesi istenmişti. Harekat o kadar hızlı planlanmıştı ki keşif yapmaya ve savaş alanındaki muhtemel tehditleri belirlemeye dahi zaman kalmamıştı. Sovyet yetkililerin ve tankçı subayların itirazlarına rağmen komutanlık kararını değiştirmedi.
Saldırı öğleden sonra BT-5’lerin top atışları ile başladı. Son süratte ilerleyen tankların üzerindeki piyadelerden bazıları, gürültünün ve toz bulutunun ortasında tanklardan savrularak yere düşmüş ve arkadan gelmekte olan diğer BT-5’ler tarafından ezilerek hayatını kaybetmişti. Asıl fiyasko ise dost siperlerin üzerinden geçerken yaşanmıştı: siperlerde bulunan Cumhuriyetçi askerlere saldırının sürpriz etkisini bozacağı düşünülerek harekat hakkında bilgi verilmemişti ve tankları ilk kez gördüğü için düşman sanan askerlerden bazıları tanklara ateş açarak kayıpları ağırlaştırmıştı. Dost siperlerin ötesine geçmeyi başaran BT-5’ler şeker kamışı tarlasına girmiş ve çamurun içerisinde hareketsiz kalarak tanksavarlar için açık hedef haline gelmişti. Günün sonunda saldırıya katılan 48 BT-5 tankından 19’u kaybedilmişti. Bu kötü harekatın ardından Sovyetler Birliği Cumhuriyetçilere tank vermeyi kesmiştir.
Geriye kalan BT-5’ler İspanya İç Savaşının kaderini belirleyen ve en uzun süreli çarpışması olan Ebro Muharebesinde kullanılacaktı. Fakat bu muharebe sırasında çoğunlukla sabit pozisyonlarda kullanılan tanklar esas avantajlarını kullanamamış ve çoğu sağlam bir şekilde Milliyetçiler tarafından ele geçirilmiştir.

Çıkarılan Dersler
Baştan belirtmek gerekirse İspanya İç Savaşı boyunca tank kullanımından çıkarılan dersler taktiksel ya da stratejik boyuttan ziyade teknolojiktir. Bu noktada İspanya’da yaşanan muharebelerde tutulan rapoların devletlerin orduları içerisinde yeterince paylaşılmaması, İspanya’nın coğrafi yapısının etkilerinin otoriteler tarafından sıklıkla göz ardı edilmesi, mürettebat eğitimine yeterince önem verilmemesi gibi faktörler Avrupa’da genellikle dikkate alınmamış ve tanklara ağır eleştiriler getirilmiştir. Getirilen bu eleştirilerin yeni tank taktikleri geliştirmede yapıcı bir etkisinin olmadığını söylemek yanlış olmaz.
Sovyetler Birliği tarafından ilk kez İspanya’da sahaya sürülen T-26’nın Avrupa devletlerinin tank geliştirme programları üzerindeki etkisi ise büyük olmuştur. 1. Dünya Savaşı sırasında tankların birbiriyle savaşması çok nadir yaşandığı için devletler sınırlı askeri bütçelerinin de etkisiyle tanklarını olabildiğince ucuz üretmeye odaklanmış; küçük, hafif ve makineli tüfekle donatılmış tanklar ortaya çıkmıştı. İspanya İç Savaşı bu tip düşük maliyetli tank tasarımlarının sonunu getirecek ve tank geliştirme noktasında yeni bir çağı başlatacaktı.
1930’ların ortalarında Fransa zaten yeni tankları üzerinde çalışmaktaydı, ilerleyen aşamada ise bu yeni çağın tankları olan Renault R-35, Hotchkiss H-39, Somua S-35 ve Char B1 bis sahneye çıktı. Almanya ise savaşın ardından PzKpfw 3’ü geliştirerek üretimine başladı. İngiltere ise Matilda 1 ile bu yeni çağa ayak uydurmaya çalıştı. Sovyetler Birliği ise T-26’nın uyandırdığı etkinin farkında olarak Avrupa devletleriyle arasında olan tank teknolojisi farkını korumak için T-34 ve A-20’yi üretecekti. Bu tankların 2. Dünya Savaşının başlangıcında oynadıkları rolü göz önüne aldığımızda, İspanya İç Savaşının tank geliştirme programları açısından etkisi günümüze kadar uzanan bir dönüm noktası teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

Öte yandan İspanya İç Savaşı, Almanya açısından Yıldırım Harekatı (Blitzkrieg) stratejisinin ve taktiklerinin uygulandığı bir saha olmamıştır. Bu durumun başlıca nedenlerini Almanya’nın savaşa doğrudan katılmaması, İspanya ile kara bağlantısının bulunmaması, İspanya’nın coğrafi yapısının getirdiği zorluklar ile Alman ordusunun envanterinin henüz olgunlaşma evresinde olması olarak sıralayabiliriz. Heinz Guderian ise Alman tanklarının İspanya deneyimi için “bu kadar az sayıda tankın dahil olduğu bir savaştan doğru çıkarımlar yapabilmek mümkün değildir” demiştir. İspanya’nın Yıldırım Harekatı için sağladığı en önemli fayda ilk defa zırhlı birlikler ile uçakların aynı anda kullanılmasıdır. Özellikle Stuka uçaklarının ilk kez İspanya’da kullanılması bu noktada önemli deneyim sağlamıştır.
Kaynaklar
- Steven Zaolga, Spanish Civil War Tanks
- Steven Zaloga, Soviet Tank Operations in the Spanish Civil War
- Roger Edwards, Panzer, a Revolution in Warfare: 1939–1945
- spanish-civil-war.org
- allthatsinteresting.com
